Efsun 2. Bölüm

 Şenay 

Gülce ile de konuştuktan sonra Leyla'nın bazı şeyleri yanlış anladığını düşünerek onunla konuşmuştu. Lakin Gülce'nin tarafını tutup kendisini yalancı durumuna düşürmeye çalıştığını, hatta daha da ileriye giderek. Gülce ile kendisini birbirine düşürüp Mert'i elde etmeye çalıştığının dedikodusunu yaymaya başladı. Gülce bunu duyduğunda, Efsun ile bir daha konuşmamışdı. Her geçen gün onları görüp kendini anlatamamak ağır geliyordu. Mert ise kısa sürre sonra mertliğini göstererek kaydını başka bir şehre alıp gitmişti. Üç kız ise bu girdapta dönüp duruyordu. 

"Ağlamaktan gözlerin şişmiş." dedi genç adam elindeki peçeteyi uzatarak. Efsun şaşkınlıkla genç adama bakıyordu. Genç adam gülümseyerek Efsun'un yanına oturdu. "Merak etme, temiz peçete. Seni ağlarken görünce köşedeki çay bahçesinden aldım." dedi. Efsun'un tepki vermediğini gören genç adam. "Özür dilerim." dedi ve Efsun'un göz yaşlarını sildi. "Neden özür diliyorsun ki!" dedi Efsun. "İzin almadan göz yaşlarını sildiğim için." dedi. Bu söz Efsun'u güldürmüştü ama bu gülüş biraz alaycıydı. "Ne kadar garip biri ağlatıyor, bir başkası onun yerine siliyor." "Seni ağlatan her kimse büyük bir aptallık etmiş." dedi genç adam. 

Canan

Efsun ne cevap vereceğini bilemiyordu, susmayı tercih etti sonunda. Bir süre rüzgarın yapraklarla olan dansını izlediler. Aralarındaki sessizliği bozan kişi genç adam oldu. “Kabalığımı mazur gör lütfen, kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Toprak.” Efsun genç adama çevirdi bakışlarını. Koyu kahve gözleri ve kestane rengi saçıyla isminin hakkını veriyor, diye düşündü genç kız. “Memnun oldum bende Efsun” ağladığından dolayı sesi kısık çıkmıştı. 

“Ben de memnun oldum. İsminizle uyumlu bir kişiliğiniz var sanırım.” Dedi dudaklarında hafif gülümsemeyle. Efsun buruk bir tebessüm bırakıp ayağa kalktı. “Ben gitsem iyi olacak, hava kararmak üzere.” Toprak, Efsun’un cümlesinden sonra ayağa kalkıp “Ağlamak sana yakışmıyor, tebessüm daha çok yakıştı bence. Kendine iyi bak.” Genç adamın samimi çıkan sesine güvenerek tebessümünü gülümsemeye dönüştürdü ve arkasını dönüp evine doğru yürümeye başladı Efsun. 

Sabah erkenden kalkıp hazırlanmış ve derse tam vaktinde yetişmişti. Gülce ile beraber alıyorlardı dersi. Yanındaki boş sıraya bakıp en ön sıraya kafasını çevirdi. Hüzünlenmişti ama derse odaklanmalıydı. Sıranın üstüne defterini koydu, yine kalemini bulamıyordu. Sanırım yine çantanın köşesinde kalmıştı. Kapı çaldı. Genç, profesörden geç kaldığı için özür dileyip boş sıraya oturdu. Efsun yanında hissettiği sıcaklıkla başını kaldırdı. Genç adam, Efsun’a bakıp göz kırptı “Yine karşılaştık, sen de mi bu dersi alıyorsun.” Dedi fısıldayarak.

Mücahidem Şehide-i Cahide  

Efsun, böyle kibarlıklara alışkın değildi. Hele de kampüste hakkında çıkan dedikodulardan sonra yeni bir tanesinin daha meydana gelmesine izin veremezdi.

Birdenbire yanına oturan genç adamdan usulca biraz uzaklaştı. Tebessüm ederken cevap verdi,

"Evet, tekrardan karşılaştık."

Genç adam, kızın aralarına koyduğu mesafeye kaşlarını kırıştırıp baktı,

"Yanlış bir şey mi yaptım?"

Ah, evet! Tam burada Efsun oldukça mahcup olmuştu.

"Hayır, sadece..."

Ne diyeceğini bilemedi,

"Profesör derse çoktan başladı."

Diye geveleyerek önüne döndü. Dünden sonra şişkin gözlerini ve göz altlarını makyajla kapatması oldukça zor olmuştu.

Bukleli saçlarını arkaya doğru attı. Hiç bir zaman salık bırakmadığı saçlarını bugün yüzünü gizlemek için açmıştı.

Yeşil hareler derse odaklanmaya çalışsa da bir türlü odaklanamıyordu. Bir erkek yüzünden en yakın çocukluk arkadaşları ile arası nasıl bozulabilirdi? Hem de tamamen iftiraya uğramışken!

Şakaklarını ovuşturdu. Gerçekten zor bir durumdaydı. Başı ağrırken derse odaklanamıyordu.

Gülce'yi aradı gözleri. Hayret bugün derslikte yoktu. Bu oldukça ilginçti. Hiç bir dersi aksatmayan Gülce neden yoktu?

Klasik bir alışkanlığı olan kalemin arkasını ısırmak hep düşüncelere daldığı zaman yaptığı bir hareketti. Daldığı yerden uyandığı anda sağında kendisine doğru yönelen bakışları fark etti.

Koyu kahve gözler oldukça derin bir kuyu gibiydi. Anlamlandıramadığı bakışlarla kendisine bakan Toprak'tan istemsizce rahatsız olmuştu.

Ondan mümkün olduğunca uzak durmalıydı. Zaten kafasında bin bir türlü iş vardı. Daha fazla belanın kendisine musallat olmasını istemiyordu.

Kerem

Toprak ise sanki tesadüf kelimesinin karşılıydı. Efsun’un onu görmediği gün yoktu. Dershanede, markette ve hatta okul çıkışı karşılaşıyorlardı. Efsun her seferinde selam verip uzaklaşmaya çalışırken Toprak sürekli onunla sohbet etmeye çalışıyordu.

 Bu durumda Efsun neler olacağını biliyordu. Yine bir dedikodu çıkacak ve işler iyice kötüye gidecekti. Hemen bir çözüm bulmalıydı. Ya Toprak’a kendisinden uzak durmasını söyleyecekti ki bu onu üzerdi, ya da kendisi görünmez olmalıydı. Efsun bir romanda olmadığını düşünerek çözüm aramaya devam etti. Aklına bin bir çeşit fikir geldi ve hepsini anında bir sebepten dolayı boşverdi. Tüm gün düşünmesine rağmen aklına sadece bir fikir yattı. Kendisinden uzaklaşmasını söylemek. Ama bunu yanlış anlamasını engelleyerek yapacaktı. Evet, bu fikir mükemmeldi. Tek yapması gereken yaşadığı olayları Toprak’a anlatıp bir anlaşmaya varacaklardı. En fazla ne kötü gidebilirdi ki?

Kerem'den not: Bu bunun devamını yazacak kişiye bir mesajdır: KAOS İSTİYORUM!

0 Comments:

Yorum Gönder