Çılgınlığımıza çılgınlık katıp sayımızı artırdık. ghgjfgh
Gemi, liman, kılıç, tacir, kaçak
Yumi
Gece boyunca gözüne bir damla uyku girmemişti, halâ uzanıyor olmanın anlamsız olduğuna karar verip kamarasından dışarı çıktı. Masadan aldığı matarayı kafasına dikip gözlerini engin denizin koyu maviliğine çevirdi. Güneş tüm ihtişamıyla ufukta boy gösterirken o da kaç saatlik yolları kaldığını hesaplıyordu. "Sanırım geminin hızı konusunda atıp tutmuyorlarmış." dedi. 2 saat sonra Alphat limanına varmış olurlardı. Asıl zor kısım oradan sonra başlıyordu zaten. Limandaki şahin gözlere yakalanmadan taşıdığı emaneti yerine ulaştırması gerekiyordu. Derin bir of çekti. "Kaçak göçek dolaşmaktan nefret ediyorum. Bunu bir daha yapmamalıyım." diye düşündü. "Tamam." dedi kendi kendine. "İyi yönlerinden bakmaya çalış. Kimse bu görünüşteki bir kadının bu güne kadar yapılmış en efsunlu kılıcı taşıdığından şüphelenmez değil mi?" Kılıcın boyutu küçük olduğundan taşıması nispeten daha kolaydı. Her an elinin altında bulunması onu çok rahatlatıyordu. Bir kez daha kılıcı yokladıktan sonra tekrar düşüncelerle daldı. "Bütün bunlara nasıl bulaştım ben. Oysa ki sadece ticaret öğrenmek istemiştim. Basit bir tacir yardımcısıyken biranda kendini hanedan savaşları içinde bulmak da ancak senin gibi bir şanssızın yapabileceği bir şeydi." dedi gülerek. "Bu teslimatı yapınca ustama olan borcumu tamamen ödemiş olurum. Ondan sonra da hangi prens tahta geçmiş umurumda olmaz. Yeter ki şu işten sağ salim çıkayım." diye düşündü. "Merhaba hanımefendi iki dakikanızı alabilir miyim acaba?" Biranda irkildi. 20'li yaşlarında, düzgün giyimli, kahverengi saçlı genç bir adamdı sesin sahibi. "Ah, bu kuşağı biliyorum, batı bölgesinden olan tüccarlar takıyordu değil mi?" diye düşündü bir saniyeliğine. Asıl soru bu adam ne ara kendisine bu kadar yaklaşmıştı? Kendi kendine kızdı, düşüncelere fazla dalıp gardını indirmemeliydi. "Buyurun konu neydi?" dedi soğuk bir sesle. "Sanırım çok yanlış bir eşyayı çok yanlış ellere götürüyorsunuz..." dedi genç adam sırıtarak. Sırtından aşağı soğuk terler boşalmıştı, "Hayır!" dedi. "Kurtulmaya bu kadar az kalmışken olmaz." Elini beline attığı an başında derin bir sızı hissetti. Yere yıkılırken genç adamın kendisini tutması ve başına vuran ortağına "İyi iş..." demesi son gördüğü şeyler olmuştu. Bu işten sıyrılmak sandığı kadar kolay olmayacaktı...
İclal
Yavaş yavaş limanda yürüyordum. Gitmem gereken mesafe gözüm de büyüdükçe büyüyordu. Doğduğum, büyüdüğüm yerlerden ayrılmak çok üzüyordu. Üşüyordum. Kimsesiz bir başıma olmak üşütüyordu. Kafamı kaldırdığım zaman koca gemiyle göz göze gelmiştim. İhtişamlı ve adeta kocaman bir adaya benzeyen gemiye yavaşta ilerledim. Güverteye ulaşıp limana baktığım zaman birbirleriyle vedalaşan sevgililer, aileler ve arkadaşlar görmek beni çok üzmüştü. Hiç bir zaman buradan ayrılacağımı düşünmemiştim. Buna sebep olan insanlar aklıma geldiği zaman damarlarımda dolaşmaya başlamıştı. Her şey aile yadigarı kılıcın çalınıp kacak yollarla satılmasıyla başlamıştı. Suçlusu benmişim gibi bütün herkes beni suçlamıştı. Nefesim daralıyordu. Uçsuz bucaksız okyanusa baktım. Sonsuzluk gibiydi. Sanki sonu olmayan bir şey varmış gibi bize buna inandırıyordu. Hava soğumaya başladığı zaman kamerama ilerledim. Gemi yavaş yavaş bizi gideceğimiz yere ulaştırmanın derdindeydi. Her yer karanlıktı az ötede yanan lambayı gördüğüm zaman için merakla doldu. Bu saatte kim olabilirdi. Yavaşça ışığa doğru yaklaştığım zamana sesler daha net gelmeye başlamıştı "kılıç- antika- köleler " neydi bu insanlar yoksa köle tacirleri olabilir miydi? Ses çıkarmadan oradan uzaklaşmaya çalıştığım zaman elbisem yerdeki çiviye takılmıştı. Sessiz olmam gerekiyordu, yoksa yakalanırsam başım belaya girebilirdi. Yavaşça elbisemi çividen kurtarmaya çalışırken arkamdan duyduğum sesle irkildim. "Sen kimsin? Burada ne arıyorsun? " Ah yakalamışlardı beni ne yapmam gerekiyordu şimdi?.........
Şenay
Gemiler limana yavaş yavaş yaklaşıyordu. Son zamanlarda kılıç tacirleri artmış. Kaçakçıları yakalamak için güvenlik sıklaşmıştı. Saraya teslim edeceği kılıçlar kontrol ediliyor, belgelerine bakıyorlardı. Genç adam kontrollerden geçip, belgelerini alıp cebine koydu. Babasıyla yaptığı bu kılıçlar yıllardır sarayda ki şövalyeler için gönderiliyordu. Bu sefer teslimatı yapmak için babasından izin istemişti. İki yıl önce saraya geldiği günü hatırladı. Yüzündeki yarayla dedikodulara konu olan yüzü kapalı prensesin gözleriyle karşılaşmıştı. Yüzünü görmüyordu ama gözlerinin elasında kayboluyormuş gibi hissetmişti. Yeniden onu görmek için bu fırsatı kaçırmak istememişti. Saraya vardıklarında onları karşılayan adam hızlı hareket ederek içerdekilere seslendi. "Çabuk olun, derhal kılıçları içeri taşıyıp tören için hazırlıklı olun." diye bağırıyordu. Genç adam merakla sordu. "Bu tören ne için acaba?" "Prensesin düğünü var lakin aksilikler üst üste geldi. Buyurun bu kılıçların ücreti, benim daha yapılacak işlerim." var deyip uzaklaştı. Genç adamın duyduklarıyla içine keder düştü. Artık prensesle konuşamazdı, geç kalmıştı. Genç adamı uzaktan gören prenses yanındaki adama işaret ederek. "Oradaki adam her yıl kılıçları aldığımız demircinin oğlu. Git ve onu bugünkü düğüne davet edildiğini söyle." dedi. Adam, prensesin sözleriyle bir ok gibi fırlayarak genç adamın yanına ulaştı. Prensesin söylediklerini iletti ve genç adama düğünün olacağı salona kadar eşlik etti. Saatler sanki geçmek bilmiyor genç adamın yüreğindeki ağırlık her geçen saniye artıyordu. Daha fazla dayanamayarak kendini balkona attı. İşleri bahane edip ayrılsa sorun olmazdı belki de ama bunu yapacak cesareti de yoktu. Hüzünle gökyüzüne baktı. "Keşke daveti kabul etmeyip gitseydim." dedi derin bir nefes alarak. "O zaman sizinle tanışıp, konuşma şansım olmayacaktı." dedi arkasındaki narin sesli kadın. Genç adam aniden duyduğu sesten irkilerek arkasını döndü. Yine o ela gözlerle karşılaşmıştı. Şaşkınlıkla prensese baktı. Prenses "Bu gece bana eşlik eder misiniz?" diye sordu. Genç adam bu teklif karşısında tüm düşüncelerini unutarak kabul etti...
Canan
Yalnızlığın beraberinde getirdiği sessizlik ile oturuyordu. Yorgun ve uykusuzdu ama kafasının içindeki sesler bir türlü rahat vermiyordu. Bir bardak kahve yapmak için kalktı oturduğu yerden. Mutfağa geçtiğinde kahvesinin bitmiş olduğunu ve yenisini almayı unuttuğunu hatırladı. Yorgunluk ve uykusuzluk yetmiyormuş gibi bir de sinirlenmişti. Derin bir nefes alıp sakinleştirdi kendini ve cam kenarındaki küçük koltuğuna geri oturdu. Uzun uzadıya dışarıyı, apartmanlardan arta kalan gökyüzünü, seyretti. Limanını kaybetmiş bir gemi gibiydi adeta. Yenilmişti hayatla olan savaşında. Kılıcı ve kalkanı olan ümitlerini yitirmiş, hayalleri yarım kalmıştı. Düşündükçe hüzün kaplıyordu içini. Derken penceresine bir kuş kondu, kuşu ürkütmemek için hareket etmemeye özen gösteriyordu. Kuşun o anlamsız bakışları güldürmüştü ve güldüğü için hayvan korkutup kaçırmıştı, bu haline daha da çok gülmeye başladı o sırada zamanın farkına varıp saatine baktı. Bir kaç saat sonra gideceği tüccar dükkanı için hazırlanmalıydı...
Sena
Önü isten simsiyah olmuş gömleğinin açık kalan düğmelerini hızla ilikledi. Umutsuzluk tek arkadaşıydı artık. Memleketim dediği şehre dönüp baktı usulca. Ne yapabilirdi geride bırakmaktan başka, bu dünyada özgürlükten daha elzem bir şey var mıydı? İsmi verilen gemiyi bulmak için adımlarını hızlandırdı. Bir tacirle anlaşmıştı, onu yeterince uzağa götürebilirdi. O sırada duyduğu at sesleriyle irkildi aniden. Sahi ne olmuştu? Yoksa yine bulmuşlar mıydı onu? Askerlerin yaklaşan adımlarına doğru döndü yüzünü. Gerçek karşısındaydı. Yine özlemini duyduğu sevgilisine kavuşamayacağını fark etti, hürriyetine... Birkaç sene daha o çukurda kalmaktansa, hayatı boyunca bir kaçak olarak yaşardı ama yine gecikmişti işte. Çekilen kılıçları fark edip burukça gülümsedi. İşlerini zorlaştırmamalarını isteyen askerlere baktı, birkaç saniye şehri izledi ve kendi kılıcına uzandı. Askerler kendilerini savaşmaya hazırlarken kılıcın hedefinin kendileri olmadığını çok geç fark ettiler. Gün sonunda, kendini bir esaretten diğerine atan bir adam güneşin son ışıklarıyla terk etti doğduğu şehri.
Alperen
"İniyoruz! Yükleri de indirin!" Aylar sonunda karaya ayak basan Destan gerçekten iyi hissetmişti. Aylardır yapılan baskınlar sonucu yorgun düşmüş olan tayfa talan ettikleri malzemeleri limana indirmeye başlamıştı. Yağmalanan malzemeleri uygun tacirlere satarak para kazanıyorlardı. Destan da bu tayfadan biriydi. Aralarında yeni olmasına rağmen kılıç kullanabilme yeteneği ve zekası sayesinde yağmadan en çok mal hakkına sahip olmuş, böylece tayfa içinde dikkat çekmişti. Kendi mallarının olduğu kasayı indirdikten sonra güzel para kazanma hayaliyle kaçak mal tacirlerinin bölgesine doğru yol almaya başladı. Buralar pek tekin yerler değildi. Kaçakçılar, köle tacirleri, hırsızlar ve büyücüler bile burada vakit geçirirlerdi. Destan elindeki malzemeleri hemen nakitte çevirmesi gerektiğini iyi biliyordu, nakit parayı fazla üzerinde tutmaması gerektiğini de... Gerçi çoğu kişi tanırdı buralarda Destan'ı, ne de olsa çocukluğu bu sokaklarda geçmişti. Çöplerle dolu olan, çürümüş balık ve kan kokan bu pis sokaklarda.Hayatta kalabilmek için yeteneklerini daha keskinleştirmiş, bir korsan gemisinin tayfasına bile katılmıştı. Mallarını sattıktan sonra parasını alan Destan biraz güzel vakit geçirmek için tavernaya yöneldi. Belki biraz alkol alıp kadınlarda cilveleşirim diye düşüyordu." Bu akında güzel para kazandım, birazını eğlenmek için harcayabilirim." diye düşünmüştü. Zaten elinde fazla para tutması demek gaspçıların hedefi olası demekti. Elindeki paradan güzel bir miktar harcadıktan sonra Destan için gemiye dönme vakti gelmişti. Çünkü çocukluğunun geçtiği bu liman geçici bir duraktı. Asıl gidecekleri yer başkentti. Biriktirdiği parasını da zulasından alan Destan gemiye doğru gecenin karanlığında yavaş adımlarla yürüyordu. Aklındaysa başkentteki iş imkanları ve tanışacağı güzel kadınlar vardı. "Gün ışığıyla yola çıkıyoruz, arkada kalmayın!" Kaptanın sesini duyan Destan gemiye binip uyumayı düşünmüştü. Ama uyumak için fazla heyecanlıydı. Gecenin karanlığında geminin güvertesine çıkan Destan artık daha düzgün bir adam olması gerektiğini düşündü. Başkentte soylu bir ailenin yeminli şövalyesi olabilecek kılıç yeteneği vardı. Az çok okuma yazma da biliyordu. Her ne olursa olsun hayatta kalmayı düşünen Destan artık daha rahat bir yaşam sürmenin hayalleriyle ayın denizdeki yansımasını izlemeye devam etti.
Aleyna
''Hadi laaan! Korktunuz mu?'' diye seslendi Hakan yanındakilere. Ümit başını olumsuz bir şekilde sallarken, Yunus arkasındaki sevgilisine baktı. Karanlıktan korktuğu için arkasını onlara dönmüş, geçen gemileri izliyordu. Telaşla önüne döndü. ''Bence gidelim buradan. Uygulamanın bizi buraya getirmesi aptallıktı zaten.'' Hakan omzuna vurmuş, alayını sürdürüyordu. ''Kardeşimi getirsem girer şuraya korkusuzca! Üstelik 5 yaşında! Utanın kendinizden.'' Ümit sinirli bir sesle çıkıştı. ''Kardeşini getir o zaman buraya, ucu bucağı yok, ne olduğu belli değil. Bu liman yıllardır kullanılmıyor! Ölsek ölümüzü bile bulamazlar!'' Hakan iki elini kaldırarak teslim oluyorum dercesine durdu ve sonra gülmeye başladı. ''Uygulama bunu koyduysa kötü bir şey olacağını düşünmüyorum, binlerce insan oynuyor bunu. Kimseye de bir şey olmamış gördüğün gibi.'' Öykü sessizliğini bozarak bağırdı. ''Sen kimsin ki birilerine bir şey olmadığını biliyorsun?! Her şeyi sen başlattın Hakan! Aptal Tacir isimli uygulamayı da sen indirdin. Oyunu da sen başlattın. Şimdi de içinde ne olduğunu bilmediğin bir tünele girmek istiyorsun! Senin dışında kimse istemiyor, farkında mısın?! Büyü artık!'' Hakan Öykü'nün sert çıkışından afallamış, Yunus sakinleşsin diye sevgilisinin elinden tutmuştu. Uzun süren sessizliğin sonunda Hakan arkasını dönerek hızlı adımlarla koşmaya başladı. Tünele doğru gidiyordu. Öykü ''Gitme!'' diye bağırırken Ümit yakalamak için peşinden koşmuştu. ''Korkanın çocuğu olmaz gençler! Beni tek mi bırakacaksınız? Aptal Tacirler beni kaçırırsa ne olacak? Ühühü'' dedi Öykü'nün söylediğine atıfta bulunarak. Yunus bir adım atmıştı ki Öykü tuttuğu eli sıkıca kavradı. ''Lütfen gitme, korkuyorum.'' Yunus ise elini sıkıca kavrayan eli dudaklarına götürüp çekti. "Merak etme güzelim, o aptalı alıp geleceğim.'' Eli aşağıya düşen Öykü, bir kez daha tekrarladı. ''Gitme.'' Yunus, koşar adımlarla tünele doğru giderken Öykü ''Korkuyorum'' dedi. ''Sensiz çok korkuyorum.'' Sevgilisini arkada bırakmanın pişmanlığı göğsünü sıkıştıran Yunus, tünelin girişindeyken sevgilisini aramak için telefonunu çıkarttı. Tünele adımını attığında ekranı kırmızı olup, uygulama açılıp kapanıyor, seçenekler sunuyordu. Gözleriyle etrafı arayıp arkadaşlarının yanına gidince onlara da aynı seçenekler sunulup sunulmadığını sordu. ''Bilemiyorum aceleyle kılıç seçtim.'' dedi Ümit. Hakan ise ''Ben silah seçtim, bam bam.'' dedi ellerini silah şeklinde yapıp Yunus'a doğru uzatıp. Uzanıp ''kılıç'' seçeneğine tıkladı Yunus. Ekranı normale döndüğünde telefonlarına aynı anda bildirim sesi geldi. Üçü de eline telefonu alıp baktığında aynı şey yazıyordu. ''Çoğunluk kılıç seçeneğini seçti. Adalet kılıç ile sağlanacak.'' Hakan güldü. ''Cellat gibi abicim, kılıcı vur kafaya tak ve kafa pufff!'' Tünelde ilerlemeye karar verip bir adım atmışlardı ki dışarıdan gümbürtü duydular. ''Öykü!'' diyerek tünelin çıkışına doğru koştu Yunus. Hakan ve Ümit peşinden koşuyor, Yunus'un hızına yetişemiyorlardı. Tünelden çıktıklarında uzaktan Öykü'ye baktılar. Geldikleri ilk pozisyonda sırtı onlara dönük oturuyor, gemilere bakıyordu. ''Öykü.'' diye bağırdı Yunus. Üç genç defalarca kez aynı ismi tekrar ettiler. Öykü'nün yanına vardıklarında ''Kaç defa seslendim, kır şu inadını'' diyerek omzuna dokundu Yunus. Yavaşça geriye düşen bedeni, akan kanı ve kesilmiş boğazı... Üçünün telefonu tekrar uygulamanın bildirimiyle öttü. ''Adalet sağlandı. Kaçak öldürüldü.''
Aleyna yine mi öldürdün birini yaa...
Kerem
Tacir bir babam vardı; kılıçlar, kalkanlar, baltalar, ok ve yaylarını satardı. Manav bir annem vardı; meyveler, sebzeler satardı. Babam her zaman ciddi biriydi; annem ise gülen yüzlü, şakacı biriydi. Babam savaşta, annem üzüntüden hastalanıp öldü. Hani ilahi adalet derler ya... Ben bu adaletin ne olduğunu anlamıştım. Babam insanları öldürdü, kendisi öldürüldü; annem hep mutluydu, onu öldüren üzüntüydü. Sokaklar soğuktu, sıcak evimden farklıydı. Açlık çoktu, yemek olan evimden farklıydı. Yerler pisti, temiz evimden farklıydı. Yine soğuk, pis, yemeksiz sokaklarda ilerlerken okyanusu gördüm. Masmaviydi, annemin gözleri gibi. Dalgalıydı, babamın duyguları gibi. Gemiler limana girip çıkıyordu, insanların anne ve babamın dükkanına girdiği gibi. Ve sonsuzdu, anne ve babamın gülüşü gibi. Bir gemi gördüm. Limana ağır ağır yaklaşıyordu. Üstünde küçüklü büyüklü kutular vardı. Her yerde bidonlar, fıçılar vardı. Belki bu şehir suçluydu. Belki de ben korkaktım. Ama bu gemi beni koruyacağını söylüyordu. Kaçak bir hayat yaşayabilirim. Okyanus dostum, gemi yoldaşım olabilirdi. Birden gök gürledi. Gökyüzü senin düşmanın olacağım diyordu adeta. Olsun diye düşündüm. Her zaman bir yoldaş, bir dost ve bir düşman istedim. Geliyorum koca okyanus, geliyorum ağır gemi, geliyorum korkutucu gökyüzü!
Yine gece olmuştu. Sokakta kimseler kalmamıştı. Korku geceyi kaplamış, sokaklar dehşet kokuyordu. Yıldızlar karanlığın içinde kaybolmuştu. Sokaklar o kadar siyahtı ki bir insanın oracıkta yutulacağı hissi oluşuyordu. Belki bu sokaklar insanları yutamazdı ama onlar yutabilirdi. Gecenin hükümdarları sokakları tarıyordu. Evet, kapı kullanmayı biliyorlardı ama eğlenmek için sokak sokak insan arıyorlardı. Kan istiyorlardı, acı istiyorlardı, şehvet istiyorlardı. Betül tüm bunları bilmesine rağmen dışarıdaydı. Ofisteki işi uzamış, yaparken de süreyi fark etmemişti. Terminale gittiğinde tüm seferlerin bittiğini gördü. İçinden öleceğini düşündü. Kendi aptallığı ölümü olacaktı. Gökyüzünde bir karaltı gördü. İç güdüleriyle ağacın arkasına geçip karaltıyı izlemeye başladı. Karaltı o tarafa yaklaşıyordu. Yavaşça alçaldı, alçaldı ve alçaldı. Betül onun ne olduğunu fark etti. Yavaşça geri çekilmeye başladı. Vampir etrafa bakınıyor, sanki bir şey arıyordu. Betül bunları düşünürken bacağında bir sızı duydu. Bacağına gülün dikeni batmıştı. Acı o kadar fazla değildi belki ama vampirden korkusu azda olsa inlemesine neden oldu. Vampir aniden o tarafa döndü. Aniden Betül'ün yanında belirdi. Betül arkaya doğru düştü. Vampir Betül'ün düşmesini fırsat bilip üzerini atladı. Vampir Betül'ün kıyafetlerini çıkarmayı başladı. Betül çığlıklar atmaya başladı. Vampirin sırıtışını gördü. Göz yaşları akmaya başladı. Vampir Betül'ün boynunu ısırdı. Tam o anda uyandı. Etrafına bakındı. Yatağının üstünde birkaç göz yaşı lekesi, bir kalem ve "Vampir Davası" adlı kitap vardı. Dün gece kitabı okurken uyuya kaldığını fark eden Betül, aynı zamanda okula geç kaldığını da fark etti.
0 Comments:
Yorum Gönder