5. Bölüm 5 Kelime


 Keçi, uzay, gölge, kepçe, kasaba, 

İclal

...Sessiz bir gündü ne rüzgar esiyordu, ne böcekler ses çıkarıyordu. Ahırda duran keçi bile melemiyordu. Sanki uzay boşluğuna çekilmişti her şey. İnsanlar yok olmuştu. Neydi bu kıyamet mı? Kıyamet dedikleri şey buysa çok korkunçtu. Koca evrende tek başına olmak ölümden daha beterdi. Etrafına bakarak yürüyordu Genç kadın. Gölgesi dahi kadına eşlik etmiyordu artık. Yoksa bu ölüm müydü? Bir yok oluş evresi mı? Yoksa burası yeni bir dünya miydi? Kafası karışmıştı genç kadının ileride gördüğü kasabaya doğru yürümeye başladı. Işıkları yanan evler vardı ama hala ses yoktu. Bağırmak istiyor ama korkuyordu. Yavaşça yürüdü kasabaya doğru. Bir anda arkasından bir çıtırtı sesi geldi, genç kadın dondu kaldı. Ne yapacağını şaşırdı. Tek başına olduğunu düşünmüştü. Yavaşça arkasını döndü gri giyinmiş kapüşonlu bir adam ona doğru bakıyordu. "Sen beni görüyor musun? "Diye sordu adam "Nasıl olur bu, beni görmemen lazım. Sen... Sen yaşayan bir varlıksın, nasıl geldin buraya?" Diye sormaya başladı genç kıza. "Ne demek istiyorsunuz? Kimsiniz siz ? Burası neresi?" Diye panikle sormaya başladı genç kadın. Adam yavaşça kadına yaklaşmaya başladı "Gözlerini kapat ve sakın arkana bakma o evlere gitmemen lazım senin varlığını bilmemeliler. "Genç kadın şaşkınlıkla adama bakıyordu neden gözlerini kapatması gerektiğini anlamamıştı. " Neden arkama bakmamalıyım? Kimler beni bilmemeli? "Genç kadının kafası karman çorman olmuştu, adeta birisi gelip aklını kepçeyle çorba karıştırır gibi karıştırmıştı. Bir anda adamın yüzü karardı ve hırlamaya başladı " K-kaç, k-k-kaç buradan geliyorlar seni alma-aya geliyorlar. Atan kalbini hissettiler " Genç kadın korkuyla koşmaya başladı ama Bir hata yapmıştı. Arkasını döndüğünde karşısında ona bakan bir çift kana susamış siyah göz vardı. Gözünün akı bile simsiyah olmuştu adamın. Bu gri kapüşonlu adamdı. Hırıltılı bir sesle "Atan kalp, yaşanan bir ruh sen yaşama dönme kapısısın. Sen yaşamın ta kendisisin" Genç kadının nefesi kesilmişti. Nasıl başlamıştı her şey bir anda beynine akın etmeye başladı anılar. Arkadaşlarıyla okuduğu kitap, astral seyahat ve devamı karanlık. Neresiydi burası yoksa araf dedikleri yere mi gelmişti? Adam hırıltılı sesle " Sana asla arkanı dönmemeni söylemiştim. Kasaba senin ölümün demiştim. Beni dinlemedin. Ölüm seni buldu." Ve genç kadının nefesi gittikçe daralıyordu sanki birisi ruhunu alıyor gibiydi. Gittikçe karanlığa bırakıyordu sessizlik kendini ve adam kadının ruhunu ruhuna katmıştı." Ölüm size gelmeden siz ölüme kendi ayaklarınızla geliyorsunuz. Bu kasaba siz yasayan ölülerin yeri. Hoş geldin genç kadın."

Aleyna

Bekledim, bekledim ve bekledim. Eşime baktım. "Tamam! biliyorum, biliyorum. Sürekli durmamdan rahatsızsın..." Makyajıma konuşurken sürekli ara veriyor, onun sinirlenmesin sebep oluyordum. Oyuncak kepçeyi havada uçuran kızıma baktım. "Anneciğim sana kaç kere dedim ışığın altına geç diye." Beni dinlemeyip kendi bildiğini okuyan kızıma gülümsedim. Farımı sürüyordum ki güzel bir anı beynimin içinden bana yeşil ışık yaktı. "AAAA HATIRLIYOR MUSUN? KASABAYA GİTMİŞTİK DE SEN SUYA DÜŞMÜŞTÜN, AHAHAH" Aklıma gelen anı beni o kadar güldürmüştü ki rimelim akmış, karnım ise ağrımıştı. Bana kızgın bakışlarını attığında ellerimi ona doğru uzattım. "Tamam tamam, huysuzlanma hemen. Bana beş dakika ver." Aklım kendi uzay boşluğunda süzülürken ben gülüyordum. Kocam ise somurtarak bakmaya devam ediyordu. Kızıma tekrar dönüp baktım. Aynı babasıydı ve ben bu durumu aşırı seviyordum. Tepeden tırnağa aynıydılar. Bakışları, gülüşleri, keçi gibi inatları... Rujumu da sürdüğümde ayağa kalkıp montumu aldım. Topuklu ayakkabılarımı giyerken içeriye seslendim. "Hadi çıkmıyor muyuz?!" Gölgelerin içinden, üstüne gölge düşmüş kızım kafasını kaldırdı. "Biz gelemeyiz anne." Kaşımı neden dercesine kaldırdım. "Unuttun mu, biz öldük." Her yer karardı. Eşim de kızım da bana bakıyor ben ise hatırlamaya çalışıyordum. Kasabaya giderken, kepçe, kaza, hastane, gölge, kasaba, kepçe, kaza,... Başım ağrıyordu, etraf kararmıştı. Makyaj masamın önündeki pufa zorlukla oturdum. Ellerimi başımın arasına aldım ve bekledim. Bekledim, bekledim ve bekledim. Eşime baktım. "Tamam! biliyorum, biliyorum. Sürekli durmamdan rahatsızsın..."

Canan

Bir varmış bir yokmuş, çok uzun zaman önce, develer tellal iken pireler berber iken kasabanın birinde çirkin mi çirkin, bir bakanı bir daha görmez eden bu yüzden gölgeler arasında yaşayan bir kız varmış ama bu kızcağızın sesi bülbülleri kıskandıracak kadar güzelmiş. Kimi kimsesi olmayan bu kız geçimini keçilere bakarak sağlar tek başına mutlu mesut yaşarmış. Günlerden bir gün, ormanda keçileri otlatırken bir ağacın altına oturmuş ve başlamış bülbül gibi şakımaya. Sesi o kadar güzel ve huzur vericiymiş ki ormandaki tüm hayvanlar daha iyi dinleyebilmek için ona yaklaşır kuşlar kanaryalar kıza eşlik edermiş. Ne hikmetse o gün av sezonu olmadığı halde kasabanın yakışıklı delikanlısı ormana avlanmak için gelmiş. Uzaktan hayvanların neden toplandığına anlam veremeyen delikanlı onlara yaklaştıkça sebebini anlamış ve o güzel ezginin büyüsüne kendini kaptırmış. Kulaklarına dolan o eşsiz ses oğlanı lal etmeye yetmiş. Sesin kime ait olduğunu merak eden delikanlı biraz daha yaklaşmış ama onun yaklaşması ile panik olan hayvanlar telaşla oraya buraya kaçışmaya başlamış. Bu kargaşanın nedenini anlayan kızcağız yüzünü göstermeden keçilerini alıp hızla evine gitmiş. O gece kasabada devriye sırası bizim oğlandaymış ve devriyelere yemek verme sırası ise güzel sesli kızımızdaymış. Devriyeye mola vermek amaçlı kızımızın evinde doğru yol almış delikanlı. Kapının çalmasıyla bir kepçe çorba daha koyup kaseyi masaya yerleştirmiş ve aceleyle yüzünü peçeyle kapatıp açmış kapıyı. Kıza bakma nezaketi bile göstermeyip yemek masasına oturup afiyetle içmiş bizim kızın çorbasını. Yemeğini bitiren delikanlı kıza teşekkür etmiş ve o an ilk defa delikanlı ile konuşan kızın bugün sabah ormanda şarkı söyleyen kız olduğunu anlamış. Uzayda öyle güzel sese sahip başka biri olmadığı için tekrar şarkı söylemesi için ısrar etmiş...

0 Comments:

Yorum Gönder