Gül, ağaç, gece, terminal, yıldız
Kinder çikolata
Sıkıcı bir gün daha, özellikle de terminalden terminale gidip çalışmak dışında yapabileceğin bir şey yokken, sonuçta artık sadece geceler benim, gündüzleri kaybedeli ne kadar oldu acaba ? Çoktan unuttum, pek bir önemi de yok zaten eskiden gündüzler benimdi de ne yapıyordum? Gecelerime karışmıyorlar ya o yeter bana. Son terminal beni geceye taşıdığı sürece bir sorun yok, sabahlarım karşılığında başkalarının gecelerini alıyorum, beni sömürdüğünü sanan ama gecelerinden olan, yıldızları bile göremeyen zavallıların gecelerini... Tren duruyor, sonunda ödülümü alma vakti, kendimi yavaş ve ağır adımlarla geceye doğru bırakıyorum, bakalım gece bugün bana ne sunacak? Sanırım gecelerin en çok bu yanını seviyorum, gündüzlerden daha belirsizler, ne getireceğini asla kestiremiyorum. Bu sefer baya uzun bir yol gidiyorum ama şanslıyım, burnuma hoş bir koku geliyor, sanırım bir bahçe diye düşünürken yıldızların bana gülümsemesi sayesinde önümdeki gül bahçesini görüyorum. Bu sefer gece gerçekten çok cömert, gül bahçesi çok bakımlı ve rengarenk güller yıldızlar altında çok hoş duruyor, bir kez daha geceleri seçtiğim için şükrediyorum. Bahçe de yürümeye devam ederken aradığımı buluyorum, bir çınar ağacı güllerin ortasında çok heybetli duruyor, dikenler batmadan ilerlemeye çalışıyorum. Şapkamı çıkarıp kafamın altına koyuyor ve ağacın altına uzanıyorum. Gecenin en sevmediğim ama beni en tatmin eden kısmına geldim, güneş ufukta gözükmeye başladı bile gece bitiyor.
Canan
Yasir son kez kontrol etti evi, toplamadığı yer var mı diye çünkü çok önemli bir misafiri gelecekti. Evde toplanmamış yer kalmadığına kendini inandırarak hazırlanmaya başladı. Üstüne siyah tişörtün altına siyah pantolonu giydi, çok sevdiği mavi montu üstüne geçirdi. Aynanın karşısına geçip saçlarına şekil verdi ve saatine baktı. Geç kalmak istemediği için çıktı evden. Çok heyecanlı ve mutluydu çünkü bu hayatta sahip olduğu tek kişi yani annesi ziyarete gelecekti. "Acaba en sevdiğim böreği yapar mı onun ellerinde yemeyeli uzun zaman oldu kimse annem kadar lezzetli yapamıyor." diye düşünürken arabayı çalıştırdı. "Saçlarım uzadı ve kilo aldım kesin fark edip benle uğraşacak acaba kendi nasıl oldu ayaklarının ağrıdığından yakınıyordu en son umarım bir şeyi yoktur çünkü onu gezdirmediğim yer kalmayacak, çok eğleneceğiz" Yol boyunca annesiyle yapacakları şeyleri hayal etmiş ve en sonunda otobüs terminaline gelmişti. Arabayı park edip duraklara doğru yürümeye başladı. Annesinin kaç numaralı otobüsle geleceğini unutmuştu bu sebepten görevliye sormak için gişeye doğru adımladı. Gişeci adam biraz uykusuz biraz aksi bir ifadeyle baktı Yasir'e. Daha konuşmadan adam " Yine mi sen, böyle yaparak hem bizi hem kendini perişan ediyorsun." Yasir adamın sözlerine anlam veremedi zaten konuşkan birisi değildi adamın bu sözü ile sormaya çekinmiş ve uzaklaşmıştı oradan. Annesi gelecekti bugün hiçbir şey üzemezdi. Yıldızlar Yasir için parlıyor, hafif esen rüzgar Yasir için esiyordu. Gecenin karanlığı biraz ürküttü genç adamı ve düşünmeye başladı. "Neden gişeci adam öyle demişti ki?" bir cevap bulamadı sorusuna ve tabelalara bakmak aklına geldi, Konya otobüsünün gelmesine yarım saat vardı. "İyi bari erken gelmişim." Oturmak için bir bank ararken sabah çiçekçiden annesi için aldığı gül demetini arabada unuttuğu geldi aklına ve yürümeye üşendiği için almaya gitmedi. "Yarın sabah daha güzellerini alırım onlar canlılığını yitirmiştir artık." diye düşündü boş banka otururken. Güvenlik görevlisini gören Yasir tuhaf hissetti sanki onu tanıyormuş gibi ama buraya ilk defa geliyordu ya da öyle sanıyordu.. Güvenlik görevlisi sanki üstündeki bakışları hissetmiş gibi Yasir'e döndü ve yanına gelmek için adımlamaya başladı. Gözlerini kaçırdı ve kalabalığa baktı herkes bir şey bekliyordu, kimi otobüs kimi arkadaşını kimisi de ailesini... Yasir kötü hissetmeye başladı içinde büyüyen kötü bir şey olacak hissini bir türlü bastıramıyordu. Yanına gelen güvenlik görevlisi "Yasir neden buradasın ne anlaştık biz seninle, ilaçlarını almayı mı bıraktın?" Donup kalmıştı bu soruyla bir müddet ve bir anda ayağa fırladı çünkü hatıraları yeni yeni geliyordu aklına. 5 yıl önce yaşanmış olayları ilaçlarını almayı unuttuğu için silinmişti hafızasından ama şimdi yavaş yavaş ortaya çıkıyordu acı gerçek. Bağırmaya başladı "Hayır hayır olmadı öyle bir şey olmadı." Bir o yana bir bu yana gidiyordu. Güvenlik görevlisi genç adamı sakinleştirmeye çalışıyordu. Kalabalık onlara merakla bakıyordu. En sonunda Yasir bir ağacın kenarına çöküp ağlamaya başladı sarsıla sarsıla ve geceye son feryadını da duyurmak için bağırdı. "HAYIR ANNEM ÖLMÜŞ OLAMAZ HAYIRRR."..
İclal
Kuşların cıvıltısı, çocukların bağırış sesleri her şey o kadar huzur doluydu ki bambaşka bir boyutta gibiydim. Hayatın yorgunluğunu parkta çocukları izleyerek atmayı alışkanlık haline getirmiştim. "Ayla" Sağımda bana seslenen sevgilime döndüm. Güneşten gözlerim kamaşmış bakamıyordum. Gece gibi simsiyah saçları yıldızlar gibi parlayan mavi gözleri vardı. "Ayla, sevgilim hadi kalk gidelim artık yorulmadın mı burada oturmaktan. Bak hava da soğudu." Cevap vermek istiyordum. Konuşmak istiyordum ama sesim çıkmıyordu. Sadece gözlerine baktım. Bana aşkla, sevgiyle bakan gözlerine. Merhamet ve sitemde vardı sanki o gözlerde. Ne olmuştu bize ne beni bu hale getirmişti anlam veremiyordum. Sanki beynim boşalmıştı. Karşımda tüm ihtişamıyla dallarını sallayan çınar ağacına baktım. Ağlamak istiyordum. "Sevgilim seni çok özledim." Metehan'ın sesiyle bir kez daha irkildim. Dönüp sarılmak istediğim zaman yine bir güç bana engel oldu. Neydi bu, neden varlığımı belli edemiyordum? "Keşke o gün izin vermeseydim gitmene. Keşke seninle gelseydim. O terminalde seni yalnız bırakmasaydım. O gün seni kendi ellerimle ölüme gönderdim. Aylam, sevgilim, bir tanecik aşkım seni çok özledim. Bak yine parka geldim. Seninle ilk karşılaştığımız, ilk defa konuştuğumuz yere. Neredesin?"
Elindeki siyah gülü banka bırakıp ağır adımlarla gitti. "Sevgilim, buradayım ve her zaman seninleyim mutlu ol".....
Yumi
Gecenin son demlerinde sokağın sessizliğini bozan gıcırdayan bir kapı... Esra eski köşkün bahçe kapısını biraz zorlamayla açmayı başardı. "Konak çok da kötü durumda değil ama bahçeyle hiç ilgilenmemişler galiba" Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlıyor, yıldızlar birer birer göğe veda ediyordu. Bavullarını içeri alıp büyük bahçe kapısını yine gürültüyle kapattı. Konağa girmeden önce arka bahçeye dolanmaya karar vermişti, çocukluğundan tatlı bir anı olarak kalan çardak halâ orada mıydı acaba? Neyse ki otobüste uyumuşum yoksa şimdi parmağımı kıpırdatacak halim kalmazdı diye mırıldandı. Terminalden buraya gelirken kullandığı taksinin şoförüyle ettiği kavga bile enerjisinden bir şey götürmemişti. "Dolandırıcı bunlar resmen, sanki daha önce hiç gelmedik buraya, bir ton da yalan sayıyor yolu uzatmadım diye" Neyse, tekrar canını sıkmaya gerek yoktu. Bavulları bahçenin sarmaşıklarla kaplı taş duvarlarına yaslayıp arka bahçeye giden patikayı aramaya başladı. Patikadaki çalı çırpılarla da kavga ede ede sonunda arka bahçeye ulaşmıştı. Yıpranmış bir çardak karşıladı onu, eskiden dört bir yanını saran gül sarmaşıkları solmuş... Yanında heybetli bir dut ağacı, tüm dutları bir örtü gibi altını kaplamış. Ortadaki büyük fıskiye bomboş, çiçek tarhları çorak, duvarların kenarlarındaki yaşlı serviler "bir biz ayakta kaldık bir de bu eski dut" diyordu sanki. Bu hüzünlü manzara gözlerinin dolmasına sebep olmuştu. Elinin tersiyle gözlerini sildi, "Sizi eski güzelliğinize kavuşturacağım, halamlar gibi boş vermeyeceğim sizi, babaannemin kıymetlileri güzel günlerine geri dönecek". Güneş bugün sadece bu bahçeye doğuyor gibiydi, insanın içini ısıtan ışık huzmeleri eşliğinde konağın merdivenlerine yöneldi. Yeni bir gün, yeni bir ev, yeni bir dünya...
Alperen
Denize vuran dolunay ve açık gökyüzündeki yıldızların ışığı geceyi aydınlatıyordu. Destan biraz olsun heyecanını yatıştırmış, yavaştan uyumak için kamaralara doğru yönelmişti. Ancak hala başkentte kuracağı hayatı düşlüyordu. Destan ailesiz büyümüştü. Annesi kendini bildi bileli yoktu, babasını küçük yaşlarda kaybetmişti. Ancak babasından öğrendiği birçok şey vardı. Hayatta kalmasını sağlayan yegane şey, babasının nasihatleriydi. Babası fethedilmiş bir krallıktan kaçan asildi. Çok çok uzaklarda bir liman kentine gelmiş ve burada bir hayat kurmaya çalışmıştı. Ancak artık asil olarak değer görmediğinden hayat fazlasıyla zorluydu. Bir şekilde hayatta kalıp burada bir aile kurmaya çalışmıştı. "Annem nasıl biriydi acaba?" Destan uyumadan önce annesini düşünmüştü. Babası annesi hakkında hiçbir şey anlatmamıştı ona. Hatta ismini bile bilmiyordu annesinin. Anne şefkatinden mahrum, baba hasreti çekerek hayatta kalmaya çalışan bir çocuktu. Sahip olduğu tek şey kıvrak zekası ve bilgiye olan açlığıydı. Kendini geliştirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Babasının onur hakkındaki nasihatlerini hatırladı. "Sen savaştan kaç, sonra gel oğluna onurlu olması için nasihat ver. Keşke annemle tanışabilseydim de neden babamla birlikte olduğunu sorabilseydim." Annesini düşünerek uykuya dalan Destan kaptanın sesiyle gözlerini açtı. "Kalkın sizi hergeleler güllerin şehrindeyiz!" Güllerin şehri... Başkent için kullanılan bir isimdi. Kraliyet ailesinin simgesinin siyah renkli bir gül olmasından dolayı şehrin sahibi olan aileye hitaben böyle bir isim uydurulmuştu. İç cebine koyduğu parasını kontrol ettikten sonra Destan güverteye doğru yöneldi. Sabahın ilk ışıkları yüzünü ısıtırken uzaklarda görünen terminali izliyordu. "Ne kadarda kalabalık" diye düşündü Destan. Tekrar heyecanlanmıştı. "Hahaha hoşuna gitti mi?" Yüksek sesle irkilen Destan kaptanın ona bağırdığını gördü." Tabii ki, gülleri koklamak için can atıyorum." Destan dümeni tutan kaptana doğru yöneldi. "Senin hoşuna gitmedi mi ihtiyar?" Kaptan pekte mutlu görünmüyordu. "Sen olmadan yağma yapmak kalbime dokunacak!." "Senin kalbin olduğunu ilk defa duyuyorum" Destan gülerek kaptana sataşıyordu ancak oda biraz hüzünlenmişti. Uzun süre boyunca beraber para kazanmışlardı, yan yana savaşıp yan yana uyumuşlardı. Düzgün insanlar değillerdi belki ancak gene de kötü sayılmazlardı. Bunları düşünen Destanın aklına geminin pruvasına insan uzuvlarından diktikleri ağaç gelmişti. Kol ve bacaklarla tutturdukları keresteleri diğer gemileri korkutmak için kullanmışlardı. "Hakikaten ne pis insanlarmış lan bunlar" diye düşündü Destan. Gerçi oda onlardan eksik sayılmazdı. Savaş zamanı eline aldığı kılıçlarla fırtına gibi eser, adeta otları biçen bir tırpan misali insanları katlederdi. İçi daralan Destan eşyalarını toplamak için tekrar kamarasına yöneldi. Gemi terminale varmıştı. Destan kaptanla ve tayfadan birkaç kişiyle vedalaşarak ve eşyalarının olduğu çantasını alıp karaya adımını attı. Artık o pis liman şehrinden kurtulmuştu.
Kerem
Mezarlık toprak kokuyordu. Ağaçlar sıra sıra dizilmişti, aynı mezarlıklar gibi. Gece ölüm gibi sessizdi. Sanki çıt çıksa buradaki huzur bozulacaktı. Bunları düşünürken Orhan bir ses duydu. Ölüm sessizliği yine bozulmuştu.
Gelen bir kadındı. Mezarlığın ortasında kırmızı bir gül gibiydi, ama en güzel gül bile solarmış. Kadın Orhan'a yaklaştı, yaklaştı ve yaklaştı. Kadın Orhan'ın eşinin mezarının yanındaki mezarın başına geçti. Orhan bir yandan eşini, bir yandan da yanındaki kadına bakıyordu. Bir an da vicdan azabı çekti. Eşi Mine daha yeni ölmüştü ve onun mezarının önünde başka bir kadını düşünüyordu. İçinden büyük ihtimalle eşi vardır zaten diye düşündü. Kadının bakıp durduğu mezara baktı. Yazan ismin Orhun olduğunu gördü. Yaşını hesapladığında kadının da o yaşlarda olabileceğini düşündü. Aynı acıyı o da yaşamıştı. Onu ve acısını anlayabiliyordu. Bir ceylanı ürkütmemek istercesine nazik bir ses tonunda "Eşiniz miydi?" diye sordu. Kadın Orhan'a döndü. Orhan'ın yüzündeki buruk bir gülümseme oluştu. Kadın Orhan'a baktıktan sonra onun baktığı mezar taşına baktı. "Sanırım siz de benimle aynı durumdasınız." dedi kadın. Orhan gülümsemeye devam ediyordu. Belki de bir sis perdesiydi bu gülümseme, belki de değildi. Orhan kadına ismini sordu. Kadın hafifçe eğilip "Mine." Dedi. Orhan kalbinde aniden bir acı hissetti. Bundan sonra kadının önünde durduğu mezarlığa bakma ihtiyacı duydu. Orhun'un "u"sunun üstündeki tozlar dökülmüş ve Orhan'a dönüşmüştü. Orhan kalbinde bir sıkışma hissetti. Geçmişi gözlerinin önüne geldi. Otobüs terminaldeki iş arkadaşları, annesi, babası ve Mine... Hepsi bir fotoğrafa dönüşüyordu. Ve bu fotoğraflar yavaşça alevler içinde yanıyordu. Aniden uyandı. Rüyadan uyanmıştı ama kalbindeki acıdan kurtulamıyordu. Arkadan boğuk bir ses kendi ismini söylüyordu. Bu ses... Orhun son bir kez "Mine" diyebildi. Aniden bir rahatlama hissi oluştu. Rahatlamıştı, tüm yorgunluğun kaybolmuştu. O... Işığa ulaşmıştı.
Aleyna
''KOŞ!'' dedi bağırarak. Anlaşmışlar gibi aynı yöne doğru koşmaya başladıklarında oğlan bir kez daha bağırdı. ''SAKIN ARKANA BAKMA! '' Kız ise aynı ses tonunda karşılık verdi. ''ÖYLE BİR NİYETİM YOK ZATEN!'' Orman ezberlerindeydi. Gece mi gündüz mü onlar için hiç önemli değildi, gözleri kapalı dahi koşabilirlerdi. Oğlan bir kez daha bağırdı. ''İŞARETLİ AĞAÇ İLERİDE, BÖLGEYE KOŞ'' Kız bunun ne anlama geldiğini biliyordu. ''HAYIR, TEK GİDEMEZSİN!'' İşaretli ağaca yaklaştıklarında oğlan dediğini yineledi. ''BÖLGEYE KOŞ, BEN TERMİNAL ALANINA GİDECEĞİM.'' Bu intihar demekti, bu bile bile ölüme gitmek demekti. Derin bir nefes alarak hızını arttırdı kız. Yıldızlara bakıp yönünü belirleyince oğlanın önüne geçerek terminal alanına doğru koştu. Bağırışlarını duyuyordu ama önemsemedi. Bu satışa gelemezdi. Bu zamana kadar birlikte hayatta kalmışlardı. Öleceklerse de yan yanayken olmalıydı. Elini beline götürerek silahını yokladı kız. Derin bir nefes alarak koşmaya devam etti. Terminal alanına yaklaştıklarını yükselen hışırtılardan anlayabiliyorlardı. Silahına elini uzatmıştı ki arkasından iki el ateş sesi duydu. Telaşla arkasına bakmak için döndüğünde hızla önü çevrilip, sağ tarafa doğru sürüklendi. ''Hani öyle bir niyetin yoktu?'' diye alaylı bir ses tonuyla konuştu oğlan. ''Öldürdüğünü biliyordum.'' diye karşılık verdi kendinden emin bir ses tonuyla. Ses tonunu koruyarak ''Onlar oraya çekilirken arka tarafına gidelim.'' diye de devam etti. Oğlan kafasıyla onaylamış, arka tarafına doğru yürümeye başlamışlardı. Sürünme ve tıslama seslerini duyduklarında doğru bir karar verdiklerini anladılar. Arka taraftaki tepe noktasına vardıklarında oğlan parmağını dudaklarına götürüp ''şşş'' yaptı, kız da kafasıyla onay verdi. Varillerin oraya geldiklerinde fısıldayarak anlatmaya başladı oğlan. ''Olanları duymuşsundur. Burada çok kayıp verdik. Bir haftadır kimseyi yollamadılar onun için buraya. Nasıl oluyor da bu alan bu kadar kayıp alıyor bilmiyorum.'' Kız yerdeki gülü nazikçe yerden alıp oğlanın avucuna tutuşturdu. Oğlan avucundaki güle baktı. Kız yavaşça kulağına doğru eğilip fısıldadı. ''Ben biliyorum.'' Oğlan kıza dönmek için hamle yaptığında kız var gücüyle tepeden itmiş, arkasından da yerini belli etmek için havaya bir el ateş açmıştı. Sürünme sesleri oğlana doğru yöneldiğinde gülümseyerek bağırdı. ''BİR HAFTADIR AÇSINIZ ÇOCUKLAR, AFİYET OLSUN.''
Şenay
"Demircinin oğlu Leo o gece prenses Elsa'ya eşlik etmiş. Prenses Elena'yı düğünü için tebrik etmişlerdi. Ertesi gün Leo, prensesle Elsa'ya evlenme teklifi etmiş ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar..." dedi genç kız kitabı kapatak. Arkasındaki ağaca yaslanarak "Nasıldı beğendin mi kitabı?" diye soru. Genç adam gülümseyerek "Beğendim." dedi. Başını gökyüzüne kaldırdı. "Bana geceyi anlatır mısın?" diye sordu yeniden. Artık gece nasıldı, unutmaya başlamıştı. Genç kız acı bir şekilde gülümseyerek gökyüzüne baktı. "Yıldızlar çok parlak her zamanki gibi. Bu ay mars da görünüyor. Kutup ayısının yakınlarında..." dedi. Sesi titremeye başlamıştı. Nasıl devam ettirecekti konuşmasını. İki yıl önceki kazayı unutamıyordu bir türlü genç kız. Terminalde beklerken, otobüslerden biri terminalin yolcu bekleme yerine girmişti. Şoför saatlerce süren yolculukta dinlenmediği için uykusuz kalmış ve bu kazaya neden olmuştu. Genç kız terminale geldiğinde sevdiği adamı ambulansa taşıyorlardı. Genç adamın elinde beyaz bir gül yere düşmüştü. Genç kız yerdeki beyaz güle baka kalmıştı. Beyaz gül artık beyaz değil. Sevdiğinin kanına bulanmıştı...
0 Comments:
Yorum Gönder