Destan Kierne


Alperen'in yazdığı hikayeler...


Bölüm 1

"İniyoruz! Yüklerinizi de indirin!" Aylar sonunda karaya ayak basan Destan gerçekten iyi hissetmişti. Aylardır yapılan baskınlar sonucu yorgun düşmüş olan tayfa talan ettikleri malzemeleri limana indirmeye başlamıştı. Yağmalanan malzemeleri uygun tacirlere satarak para kazanıyorlardı. Destan da bu tayfadan biriydi. Aralarında yeni olmasına rağmen savaş kabiliyeti ve zekâsı sayesinde yağmadan en çok pay hakkına sahip olmuş böylece tayfa içinde dikkat çekmişti. Kendi mallarının olduğu kasayı indirdikten sonra güzel para kazanma hayaliyle kaçak mal tacirlerinin bölgesine doğru yol almaya başladı. Buralar pek tekin yerler değildi. Kaçakçılar, köle tacirleri, hırsızlar ve hatta suikastçılar bile burada vakit geçirirlerdi. Destan elindeki malzemeleri hemen nakde çevirmesi gerektiğini iyi biliyordu, nakit parayı fazla üzerinde tutmaması gerektiğini de... Gerçi çoğu kişi tanırdı buralarda Destan'ı, nede olsa çocukluğu bu sokaklarda geçmişti. Çöplerle dolu olan, çürümüş balık ve kan kokan bu pis sokaklarda… Hayatta kalabilmek için yeteneklerini daha keskinleştirmiş, bir korsan gemisinin tayfasına bile katılmıştı. Mallarını sattıktan sonrayı parasını alan Destan biraz güzel vakit geçirmek için tavernaya yöneldi.
“Bu akında güzel para kazandım, birazını eğlenmek için harcayabilirim." diye düşünmüştü. Zaten elinde fazla para tutması demek gaspçıların hedefi olası demekti. Elindeki paradan güzel bir miktar harcadıktan sonra Destan için gemiye dönme vakti gelmişti. Çünkü çocukluğunun geçtiği bu şehir geçici bir duraktı. Asıl gidecekleri yer başkentti. Biriktirdiği parasını da zulasından alan Destan gemiye doğru gecenin karanlığında yavaş adımlarla yürüyordu. Aklındaysa başkentteki iş imkanları ve atılacağı maceralar vardı. 
"Gün ışığıyla yola çıkıyoruz, arkada kalmayın!" Kaptanın sesini duyan Destan gemiye binip uyumayı düşünmüştü. Ama uyumak için fazla heyecanlıydı. Gecenin karanlığında geminin güvertesine çıkan Destan artık daha düzgün ve onurlu bir adam olması gerektiğini düşündü. Başkentte bir ailenin yeminli şövalyesi olabilecek kılıç yeteneği vardı. Okuma yazma da biliyordu. Her ne olursa olsun hayatta kalmayı düşünerek artık daha rahat bir yaşam sürmenin hayalleriyle ayın denizdeki yansımasını izlemeye devam etti.


Bölüm 2

Denize vuran dolunay ve açık gökyüzündeki yıldızların ışığı geceyi aydınlatıyordu. Destan biraz olsun heyecanını yatıştırmış, yavaştan uyumak için kamaralara doğru yönelmişti. Ancak hala başkentte kuracağı hayatı düşlüyordu. Destan ailesiz büyümüştü. Annesi kendini bildi bileli yoktu, babasını ise küçük yaşlarda kaybetmişti. Ancak babasından öğrendiği birçok şey vardı. Hayatta kalmasını sağlayan en büyük şey, babasının nasihatleriydi. Babası fethedilmiş bir krallıktan kaçan asildi. Çok uzaklarda bir liman kentine gelmiş ve burada bir hayat kurmaya çalışmıştı. Ancak artık asil olarak değer görmediğinden hayat fazlasıyla zorluydu. Bir şekilde hayatta kalıp burada bir aile kurmaya çalışmıştı. 
"Annem nasıl biriydi acaba?" Destan uyumadan önce annesini düşünmüştü. Babası annesi hakkında hiçbir şey anlatmamıştı ona. Hatta ismini bile bilmiyordu annesinin. Anne şefkatinden mahrum, baba hasreti çekerek hayatta kalmaya çalışan bir çocuktu. Sahip olduğu tek şey kıvrak zekâsı ve bilgiye olan açlığıydı. 
Kendini geliştirmek için elinden gelen her şeyi yapmıştı. Babasının onur hakkındaki nasihatlerini hatırladı. "Sen savaştan kaç sonra gel oğluna onurlu olması için nasihat ver. Keşke annemle tanışabilseydim de neden babamla birlikte olduğunu sorabilseydim." Annesini düşünerek uykuya dalan Destan gün doğarken kaptanın sesiyle gözlerini açtı. "Kalkın sizi hergeleler güllerin şehrindeyiz!" Güllerin şehri başkent için kullanılan bir isimdi. Kraliyet ailesinin simgesinin siyah renkli bir gül olmasından dolayı şehrin sahibi olan aileye ithafen böyle bir isim uydurulmuştu. İç cebine koyduğu parasını kontrol ettikten sonra Destan güverteye doğru yöneldi. Sabahın ilk ışıkları yüzünü ısıtırken uzaklarda görünen terminali izliyordu.
"Ne kadarda kalabalık" diye düşündü Destan. Tekrar heyecanlanmıştı. "Demek burası son durağın ha?" Yüksek sesle irkilen Destan kaptanın ona bağırdığını gördü. "Evet. Buradan sonra yollarımızı ayırıyoruz kaptan." Destan dümeni tutan kaptana doğru yöneldi. "Hayırdır yüzün asıl gibi?" Kaptan pekte mutlu görünmüyordu. "Sen olmadan yağma yapacak olmak kalbime dokunuyor!". "Senin kalbin olduğunu ilk defa duyuyorum. Fazladan ganimet gelmeyeceğindendir o." Destan gülerek kaptana sataşıyordu ancak oda biraz hüzünlenmişti. Uzun süre boyunca beraber para kazanmışlardı, yan yana savaşıp yan yana uyumuşlardı. Düzgün insanlar değillerdi belki ancak gene de kötü sayılmazlardı. Bunları düşünen Destan’ın aklına geminin pruvasına öldürdükleri insanların uzuvlarından diktikleri totem gelmişti. Kol, bacak ve kafaları birkaç keresteye tutturup diğer gemileri korkutmak için kullanmışlardı. "Hakikaten ne pis insanlarmış lan bunlar." diye düşündü Destan. Gerçi oda onlardan eksik sayılmazdı. Savaş zamanı elindeki kılıçlarla fırtına gibi eser, adeta otları biçen bir tırpan misali insanları katlederdi. İçi daralan Destan eşyalarını toplamak için tekrar kamarasına yöneldi. Gemi terminale varmıştı. Destan kaptanla ve tayfadan birkaç kişiyle vedalaşarak ve eşyalarının olduğu çantasını alıp karaya adımını attı. Artık o pis liman şehrinden kurtulmuştu. Heyecanla kontrol noktalarına doğru yürümeye başladı.


Bölüm 3

"Ne kadar da kalabalık. Akşama anca çıkarım buradan." kontrol noktası çok kalabalıktı. "Neyse ki fazla eşyam yok." diye kendince söylenip sıraya geçerek etrafı izlemeye başladı. Küçükken edindiği bir alışkanlıktı, istemeden başkalarının konuşmalarını dinliyor, olayları göz ucuyla takip ediyordu. Kontrol noktasına gelen insanlar gruplara ayrılmıştı. Asiller, köylüler ve diğer ırktan olanlar hepsi ayrı yerlerde kontrolden geçiyorlardı. Kontrol noktasındaki askerler geçenlerin kimliklerine bakıp üzerlerini ve çantalarını arıyorlardı. "Hey bağlayın şu hergeleyi!" askerlerden biri diğerine sesleniyordu. "Seni aptal!  O kadar elması çaldıktan sonra kaçabileceğini mi sandın?" görünüşe göre bir hırsız yakalamışlardı. Destan üzerindeki para miktarının fazla olmasından dolayı bir problemin yaşanmamasını umuyordu. Onu da hırsız sanabilirlerdi. 
Sıra yavaş yavaş ilerlerken köylü bir çiftin kendi arasındaki konuşmasını işitti. "Tarlayı satmasaydık zor gelirdik buralara. Zaten kıtlık var, bir şey ekip biçemiyoruz. Şimdi en azından Güllerin Şehri’ne geldik. Bir yerlerde bir iş buluruz." "Peki öyle olsun canım. Benim içime sinmedi ama, keşke bütün tarlayı satmasaydık. Geri dönme şansımız olurdu." Destan bu konuşmalardan birkaç bilgi edinmişti. Halk kıyı şehirlerine doğru göç ediyordu. Bunun en büyük sebebi birkaç on yılda bir gelen büyük kuraklıktı. Ülkenin iç kısımları kıtlıkla mücadele ediyordu. Mücadelenin de devam edebilmesi için tacirlerin sürekli olarak iç kesimleri gezerek erzak dağıtmaları lazımdı. Çoğu tacir bu şekilde zengin olmuştu zaten. Liman kentlerinden ucuza aldıkları malları iç kesimlerde pahalıya satıyorlardı. Neyse ki bu sene kıtlığın sonuydu. İmparator ailesi kıtlığa çözüm üretebilmek için çalışmış ve bir şekilde büyü ile bir sonuca varmışlardı. Ancak gene de halk göç etmeye devam etmişti. Destan kendince düşüncelere dalmışken kendisine seslenen askeri işitti. "Bekleme yapma, çabuk ol! Bütün gün seni mi bekleyeceğiz?"


Bölüm 4

Destan yavaşça görevlilere doğru ilerledi. "Kimliğini bana, eşyalarını da oraya ver." "Tabii, buyurun efendim." "Destan Kierne... Güzel ismin varmış. Nerden ve neden geldiğini belirtmen lazım. Kalıcı olarak mı geldin yoksa kısa bir süreliğine mi?" "Heinz'den geliyorum efendim, buraya iş bulmak ve kalıcı olarak yerleşmek için geldim." Bu sırada eşyaları alan şövalye kılıçlara hayretle bakıyordu.
"Bunlar da neyin nesi böyle?" Şövalyenin verdiği tepkiyi fark eden diğeri dönüp baktığında iki tane uzun, pala şeklinde eğimli kılıcı gördü. Alt tarafları testere gibi tırtıklıydı. 
"Bunlar senin mi?" 
"Evet, bana aitler. Heinz'de ticaret gemileri için koruma olarak çalışırdım. Bilirsiniz bu gemileri hedefleyen fazlaca korsan var. Yedi sene boyunca sırf para biriktirmek için çok uğraştım." Destan tabii ki de korsan olduğunu söylemeyecekti. En iyi seçenek koruma bahanesiydi. "Bu yanında neden bu kadar para olduğunu açıklıyor sanırım. Altınlar, gümüşler, hatta bir iki tane zümrüt bile var." Şövalye şaşkınlığını attıktan sonra devam etti: " Her neyse bir sıkıntı yok gibi gözüküyor. Geçebilirsin, giriş ücreti iki gümüş. "Gümüşleri alırken şövalye Destan'a doğru eğilerek kulağına fısıldadı. "Sıkıntı çıkarma! Eğer seni karakolda görürsem canını okurum." Eşyalarını ve kimliğini alan Destan, şehrin iç taraflarına doğru ilerlemeye karar vermişti. Öncelikle kalacak bir yer bulması gerekiyordu. Bilmediği bir şehirde, bilmediği sokakları turlarken esnaflarla konuşmayı düşündü. Bir şehri en iyi onlar bilebilirdi. Gözüne kestirdiği bir sahafa girerek konuşmaya karar verdi. İçeriye girdiğinde burnuna gelen kitap ve tarçın kokusu çok hoşuna gitmişti. Etrafındaki eski kitaplara bakınırken sahafın sözünü işitti.
"Hoş geldiniz. Neye bakmıştınız? "
"Hoş buldum. Güzel kitaplarınız varmış. Ancak başka bir şey için buradayım. " 
"Tabii, size nasıl yardım edebilirim? " 
"Bu şehre yeni geldim bu yüzden buraları pek bilmiyorum. Kalacak bir yer arıyordum ama istediğim gibi bir yer bulamadım. Bildiğiniz orta halli, ucuz ve yemekleri güzel olan bir yer var mı acaba?" 
"Hmm... Kalacak bir yer arıyorsanız bir alt sokaktaki hanı öneririm." 
"Önerebileceğiniz kadar iyidir umarım." 
"Fazla lüks bir yer değil ama sahibini tanırım kaliteli mekandır, iyi hizmet verir ve ucuzdur da."
"Peki o zaman, hazır gelmişken elinde hiç şehir haritası var mı?"
"Tabii hemen getiriyorum." sahaf tezgâhın arkasına doğru eğildi ve bir parça parşömen çıkardı. 
"İki bakır efendim."
"Tabii, kolay gelsin." 
Destan parayı verdikten sonra dükkândan çıkarak sokağa doğru devam etti.


Bölüm 5

"Başkent sokakları gerçekten çok güzel." diye düşündü Destan. Heinz'in pis ve leş kokan sokakları gibi değildi. Etraftaki binalar eski tarzda olsalar da iyi durumda gibiydiler. Ana yollar at arabalarının geçebileceği kadar genişti. Binaların araları dar sokaklara açılıyordu, bu sokaklarda da merdiven altı işletmeler vardı. Destan bir alt sokağa, hanın olduğu yere doğru yavaşça etrafı izleyerek ilerliyordu.  "Kaçma seni aşağılık hırsız!" Destan sesin geldiği yere doğru döndü. Kapüşon takan bir adam ara sokaklardan birinden diğerine doğru koşuyordu. Arkasında da onu kovalayan şövalyeler vardı. "Durdurun şu herifi!" şövalye hem koşuyor hem de ana yoldaki insanlara bağırıyordu. "Çekilin! Çekilin yoksa acımam!" elindeki küçük bir kılıcı sağa sola sallayan adam can havliyle kaçmaya çalışıyordu. Koşturmaca doğruca Destana doğru geliyordu. Karışmak istemese de şövalyelere yardım etmenin iyi bir fırsat olduğunu düşündü. Adam bağırarak koşmaya, şövalyelerse kovalamaya devam ediyorlardı. Adamın elindeki kılıcı görenler kenara çekiliyor, kendilerini bu işten uzak tutmak istiyorlardı. Adam gittikçe yaklaşmıştı. Düşünmek için son saniyeleri olduğunu fark eden Destan adamı yakalamaya karar verdi. En kötü ihtimalle üç beş gümüş verirler diye düşündü.
Adam koşmaya odaklanmışken Destan adamın önüne atlayarak yolunu kesti. Hemen kılıcını ona doğrultan adam bir yandan da tehditler savuruyordu, "Ölmek istemiyorsan çekil yolumdan!" Destan adamın tipine odaklanmıştı. Karşısındaki adamı usta bir gözle süzerek ne kadar yetenekli olduğunu ölçüyordu. "Biraz çevik birisi gibi ancak güçlü durmuyor. Kılıcımı çektiğime değmez." diye düşündü. Adam Destan’a yaklaştığı gibi hamle yaparak saldırdı. Destan sakindi, ustaca bir hareketle adamın kılıç tutan elini sol eliyle yakalayarak saldırısını engellemişti. Anında karşı saldırıya geçti. Sağ eliyle adamın karnına güzel bir yumruk atmıştı. Daha sonra afallayan adamın boğazını tuttu ve var gücüyle adamı yere çaldı. Neye uğradığını bile anlamayan çapulcu herif kafasını vurduğu gibi bayılmıştı. Arkasındaki şövalyeler de şaşırmışlardı. Destan baygın adamın yüzüne bakıyordu. Adam orta yaşlı, sarışın, kirli sakallı bir herifti. Fakir olduğu bakımsız ve kirli yüzünden anlaşılıyordu. Şövalyeler leşe konan akbabalar gibi hemen adamın başına üşüştüler. "O nasıl hareketti öyle, sende iş var delikanlı." şövalyelerden birisi gülerek Destan'a yaklaştı. İrice bir adamdı. Parlak bir zırhı vardı. Ama bu keş kılıklı herif nasıl oldu da bu adamlardan kaçabilmişti? "Rica ederim, suçlu biri gibiydi." Destan hafif başını eğerek karşılık verdi.
"Aşağılık herif prensese el uzatmaya nasıl cüret edersin!" arkadaki şövalyelerden birisi hışımla yerde baygın yatan adamın yüzüne bir tekme geçirdi. Anlaşılan büyük bir şeyler dönmüştü. Ne olduğunu merak eden Destan laf arasında biraz önceki şövalyeye sordu. 
"Bu herif ne halt yedi ki sizin gibi şövalyeler peşine düştü? Sizin için biraz fazla zayıf değil mi?" 
"Öyle tabii ama hızlıydı, ara sokakları da iyi biliyordu pislik. Biz ikinci prensesin şövalyeleriyiz. Prenses alışveriş için dışarıya çıkmıştı. Dilenci kılığına giren bu herif de prenses ona yardım etmek için durduğunda para kesesini çalmaya çalıştı. Bunun gibi pislikler bu yardımı hak etmiyorlar. Prenses hemen adamı far edince çalamadı tabii, haliyle can havliyle kaçmaya başladı. Bizde hemen peşine düştük ancak bu sokakları iyi biliyor gölgelerin arasında kaybolacak gibiydi, sen olmasan yakalayamazdık. Teşekkür ederiz."
"Prenses derken kimden bahsettiğiniz sorabilir miyim acaba? Bildiğim kadarıyla üç tane prensesimiz var." "İkinci prenses tabii ki." bunları söylerken şövalye Destanı süzüyordu. "Delikanlı adın ne bakalım senin?" "Destan efendim Heinz'den geldim." şövalyenin kendini süzdüğünü fark eden Destan o sormadan devam etti, "Ticaret gemileri için korumalık yapıyordum, az çok dövüşmeyi bilirim." Şövalye de bu şekilde düşünmüş olacak ki onaylar bir tavırla, "Belli oluyor.” diyerek devam etti: “Adamı karakola götüreceğiz. Bizimle gelmen gerek.” Destan başıyla onayladıktan sonra şövalyeleri takibe başladı.


Bölüm 6

Şövalyeyi takip eden Destan bir yandan da ikinci prenses ile tanışabilme ihtimalini düşünüyordu. "Pek olası değil." diye düşündü. Prenses onun için fazla yüksek bir hedefti. Büyük ihtimalle takip ettiği şövalye olayı anlatır ve cüzi bir miktarda ödül verirlerdi. Ancak Destan'ın amacı farklıydı. Yeteneklerini gösterebileceği bir görevi cüzi bir ödüle tercih ederdi. Yavaş yavaş yürürlerken ileride bulunan altın süslemeli büyük bir at arabasını gördü. Etrafında şövalyeler dizilmişti. Olay sonrası toplanan şövalyelerden dolayı neredeyse araba gözükmüyordu. Neyse ki etraftaki halk uzaklaştırılmıştı. Şövalyelerin arasından devam ettiler. "Burada bekle, gerekirse seni çağırırım." şövalye Destan'ı arkasında bırakıp arabaya doğru yöneldi. Destan etraftaki şövalyelerin garip bakışlarını üzerinde hissediyordu. Bazıları birbirleri arasında konuşuyorlardı. 
" Bu herifi neden getirdi acaba?" 
"Bilmem, belki demin kaçan hergelenin ortağı falandır." 
"Ortağı olsa böyle rahat bırakır mıydı sence?" 
"Neyse ne gözünü üstünde tut yeter, tehlikeli olabilir."
Destan sıkıntıdan çizmesi ile toprağı eşeliyordu. "Bu kadar uzun süren ne konuşuyor olabilirler ki?" Geçen dakikalar sonrasında şövalye arabanın kapısını açıp aşağı indi. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. "Pek iyi bir sohbet olmamış galiba." diye düşündü Destan. Kaptan yaklaşırken aynı zamanda da Destan'ı süzüyordu. 
"Adın Destan'dı değil mi?" 
"Evet."
"Peki Destan, prenses yardımın için teşekkürlerini iletti. Şimdilik yoluna devam edebilirsin. İkamet ettiğin yeri ilerideki şövalyeye söyle ki daha sonrasında sana ulaşabilelim." eliyle varilin üzerinde oturan bir şövalyeyi gösteren adam başka bir şey söylemeden arkasına dönerek hızlıca tekrar arabaya doğru yöneldi. Bir kuruş bile alamamış olan Destan harcadığı zamana üzülmüştü. Gösterilen şövalyeye yerleşeceği hanı söyledikten sonra üzerinde olaya karışmasına rağmen kazanç elde edememenin verdiği hafif bir pişmanlık ile hana doğru yola koyuldu. Ana caddelerden geçerken hem etrafı izliyor hem de bundan sonrası için ne yapacağını düşünüyordu. Hana ulaştığında fena bir yere benzemediğini düşündü. İçeri girdiğinde ilk fark ettiği şey düzenli yerleştirilmiş masalar ve burnuna gelen yemek kokusuydu. Acıktığını fark eden Destan ilk önce bir şeyler yemeyi düşündü. İçeriyi biraz süzdükten sonra girişe uzak bir masaya oturmaya karar verdi, zaten fazla insan da yoktu. Masasına oturduktan sonra ne yemek istediğini düşünürken uşağı bekliyordu. 
“Hoş geldiniz efendim, ne arzu edersiniz?” 
“Tavşan yahnisi ve sebzeli mantılardan istiyorum. Bir tane de tatlı çörek.”
“Tamamdır. Başka bir isteğiniz var mı?”
Destan kafasını hayır der şekilde sallayıp uşağı gönderdikten sonra yemeği gelene kadar içeriyi izlemeye devam etti.

0 Comments:

Yorum Gönder