25. Bölüm 5 Kelime

 


Kelimeler: Çay, gülmek, fırça, saçak, mısır 

Şenay

Gülümseyerek çayını yudumluyordu. Gözlerinin kenarındaki kıvrımlar, konuşmasındaki sıcaklık, yeni bir hikaye anlatmaya başlayacağının habercisiydi. 

“Mısır tarlasında çalıştığım zamanlar, mısırın saçaklarını alır. Küçük çocuklara oyuncaklar yapardık. Bizim ekip bayılırdı, hem gezmeye, hem de yardım edip, çocukları güldürüp eğlendirmeye. Hayal meyal hatırlarım, Maviş dediğimiz, kocaman mavi gözlü bir kız vardı. Resim yapmayı çok severdi. Rahmetli arkadaşım Cesur, mısırın saçakları ile fırçalar yapıp verdiğinde, o koca mavi gözlerden süzülen sıcak ve samimi gülümseyişi hayla aklımda. Bir de biz giderken ki hüzünlü gözleri gitmez aklımdan...” dedi gözyaşlarını silerek. Yine hatırlamıştı o köyde yiten canları. O köyden ayrıldıktan sonra, arkadaşları ile geri dönme kararı almışlar, geri döndüklerinde ise sessiz bir köy karşılamış onları. Oradakilerin anlattıklarına göre köye baskın olmuş. Ne kadar can, mal, mülk varsa yerle bir etmişler. Büyük teyzemin ise, hepsi yitip gitmekte olan anıları olmuş. Bir yandan unutmaktan memnun, bir yandan ise geriye kalan anılarının zihninden de kaybolmasına üzgün. 

Sohbetin sonuna hep“Ah, ah! Olmasaydı o anılar, şimdiki ben olur muydum? Hepsi de beni, ben yapmak için vardı.” diye bitirdiğini, bu sözleriyle anlardık...



Yumi

 

Çok sevdiğim bir masala naçizane devam hikayesidir :) 


Uçsuz bucaksız bir mısır tarlasının içinde koşturuyordum. Boyumu aşan yeşillikler önümü görmeme engel oluyor, mısır koçanlarının saçakları sanki elbisemin uçlarından tutup beni bir yöne doğru götürüyordu. Tamam dedim, size emanetim, istediğiniz yere götürün beni. Bir süre sonra mısır tarlasının sonuna gelmiştim nihayet. Az ileride birini fark ettim. Büyük bir incir ağacına yaslanarak uyuyordu. Yanında büyük bir heybe ve kıvrılmış orta boy bir halı duruyordu. Acaba dedim, acaba bir ihtimal onlardan olabilir mi? Usulca omzuna dokundum “Affedersiniz?” Bir anda şaşkınlıkla ayağa fırladı. “Of dalmış mıyım ben!” Gözleri ufukta alçalmaya başlayan güneşe takıldı. “Geç kaldım geç kaldım, Süt Beyaz Köşkünün hanımına ne derim ben...” Benim varlığımı tamamen unutmuş, heybesinin etrafındaki ufak tefek eşyalarını topluyordu. Ben ise duyduklarımdan sonra bırak onu unutmayı peşinden ayrılmayı bile düşünmüyordum. Arkasını döndüğünde beni ilk kez görmüş gibi afalladı. “Pardon, çok acelem var. Bir şey mi soracaktınız?” dedi kibarca. Gitmemek için hiç bir sebebim yoktu. Ana yoldan biraz içeriye doğru park ettiğim karavanım ben gelene kadar sapasağlam dururdu. Hem bu fırsat insanın başına kaç kez gelirdi ki? İçimde dolup taşan heyecanla konuşabildim nihayet. “Yolcu alır mıydınız acaba? Bir uçan halı sürücüsüsünüz değil mi?” “Şeey evet ama programım çok yoğun ve geç bile kaldım. Korkarım ki sizi istediğiniz noktaya götüremem.”

“Ah hiç sorun değil, Süt Beyaz Köşküne uğramayı hep isterdim zaten. Sonrasında da Uçan halı bulabileceğim bir hana bıraksanız yeter. Ödeme olarak bir çanta mısırım var bu olur mu? Arkadaki tarla bir arkadaşımın, istediğin kadar toplayabilirsin demişti. İsterseniz miktarı arttırabilirim.” Beni halısına almak için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Neyse ki çok uğraşmama gerek kalmadı. “Tamam, ödemeye gerek yok. Tüm yolu tek gitmek biraz sıkıcı oluyordu zaten" dedi gülümseyerek. Rahatlamıştım. Sessiz sakin kenarda bekleyip halıyı açmasını izledim, açılır açılmaz yerden yükselmesi gerçekten büyüleyiciydi. “İsminiz nedir?” dedi halıya tek seferde atlayan gizemli uçan halı sürücüsü. “Dilek” dedim binmeye çalışırken. “Ya siz?” Bir yandan bana yardım etmeye çalışıyor bir yandan da bir türlü halıya tırmanamayan halime gülüyordu. “Halit, memnun oldum" “Ben dee, ohh nihayet çıkabildim. Bu olay bu kadar zor muydu ya?” İş çıkmakla bitmiyordu, yerde kalan sırt çantamı ve mısır dolu kumaş çantamı almaya çalışıyordum şimdi de. “Bindikçe alışırsın” dedi Halit ve pozisyonunu aldı. İşte yola çıkıyorduk. Bin bir uğraşla bindiğim halıdan düşmemek için sımsıkı tutunmuştum. “Aklıma geldi de” dedim. “Çoğu uçan halı sürücüsü Süt Beyaz Köşküne uğramazmış, siz neden uğruyorsunuz?”

Yavaş yavaş yükselmiş ve kuşlarla yan yana yol almaya başlamıştık. Altımızda akıp giden ova ren renk parçalardan oluşan bir yorgan gibi göz kamaştırıyordu. Gözlerini yoldan ayırmadan cevapladı sorumu. “Ustam Palabıyığın bana kazandırdığı bir alışkanlık. Bir kere gidince her seferinde gitmek istiyorsun zaten” dedi neşeli bir sesle. “Palabıyık usta mı olmuuş” diye bağırdım şaşkınlıkla. “Onu tanıyor musun?” diye sordu. O da en az benim kadar şaşırmıştı. “İsmen” dedim sırıtarak. “Hiç tanışmadık ama adını duymuştum”. Palabıyık usta olduysa diye mırıldandım kendi kendime. “Şey affedersin, bir soru daha. Kaf dağı padişahının düğününün üzerinden kaç yıl geçti?” “20 yıl” dedi Halit. Vay canına... 20 koca yıl. Kim bilir herkes nerede ne yapıyordur şimdi. Tebessüm gencecik bir kız olmuştur. Diğerlerinin de çocukları olmuştur belki... Hepsini ziyaret etmek istiyorum. Süt Beyaz Köşkündeki çocukların saçlarını fırçalayıp incilerle süslemek istiyorum. Devle yemekler yapmak, Palabıyıkla uzun bir kış gecesinde karşılıklı çay içmek, peri kızıyla gümüş ipliğine tutunup uçmak, Güvercinlik'te kuşların sabah şakımasını dinlemek istiyorum. Gidebildiğim her yere gitmek istiyorum. İçimdeki bu coşku ve heyecanla ellerimle halıyı daha sıkı kavradım ve gözlerimi ufka çevirdim. Uzaktan bir dağın silueti giderek büyüyordu.


Resmin kaynakçası: https://inaamshaheen.tumblr.com/post/113181091286

0 Comments:

Yorum Gönder