11. Bölüm
Ah şu sınavlar bitmek bilmiyorlar.
Kafes, göz, baskı, duygu, inanç
Şenay
"Duyguların, inançlardan dolayı geri plana atıldığı bir yerde yaşıyordum, ta ki onunla tanışıp farklı diyarlara gidene kadar. İnançlarımızı hiçe sayıp yüreğimin sesine kulak vermek benim için zor olmuştu. Sözleri bana cesaret verdiğinde, elini sıkıca tutup onu takip ettim. Onunla özgür dolaştığım bu diyarlarda kendimi özgür hissediyordum ama bazen kaçtığım kafes gibi yeri özlüyordum. Özlediğim, duygularıma zincir vurmak değil, ailemdi. Geri dönmek istediğimi söylesem beni tutmayacağını biliyorum lakin geri döndüğümde kaçmamı göz ardı etmeyeceğinizi de biliyordum... Özgür olsam da üstümde baskı varmış gibi hissettim. Sonunda onun bana verdiği cesaretle geri dönmek istediğimi söyledim. O ise sıcacık gülümseyerek gitmeme izin verdi. Evet, ölüme yürüsem de pişman değilim yaptıklarımdan." dedi genç kız gözyaşları içinde. Dua etti içinden "Bambaşka bir dünyada, kimseyi geride bırakmadan onunla birlikte özgürce yaşamak istiyorum." dedi. Kalbinin üstündeki ok canını yakıyordu. Gökyüzündeki mavilik tıpkı sevdiği adamın gözlerini andırıyordu. Gülümseyerek gözlerini kapattı...
Yumi
Mehtap nehrin üzerinde ateşböcekleriyle dans ediyor, uzaklardan gelen cırcır böceği sesleri bu dansa usulca eşlik ediyordu. Nehrin hemen yanına inşa edilmiş büyük köşkün içinden yükselen hoş nameler geride kalmış gibiydi. İçeriden gelen samimiyetsiz kahkahalara inat, burada sadece orman konuşuyordu. Köşkün nehre bakan avlusu ilginç bir şekilde sessizliğe eşlik etmeyi tercih etmişti. Avlunun nehrin içine kadar uzanan basamakları kimseyi ağırlamıyordu bu gece. Bu sessizliği bozan ürkek bir ayak sesi yankılandı avluda. İnsanların gözlerinden, sözlerinden, içlerinden geçirdiklerinden kaçmaya çalışan bir siluet... Kuşlar avluyu örten ipek perdelerin köşelerine tutunmuş, balıklar sudan başlarını kaldırmış, avludaki güvercinler merakla kafeslerinden dışarı çıkmış gelmekte olan kişiyi bekliyordu. İlk önce bir ayak, sonra diğer ayak inmeye başladı basamaklardan. Hafif bir meltemle tül tül uçuşan elbisesi gece göğü gibi gibiydi, koyu bir lacivert rengin üzerinde küçücük yıldızlar parlıyordu adeta. Bir eliyle sırtına kadar gelen saçlarını gözünün önünden çekerken diğer eliyle de taşıdığı şeyi düşürmemeye uğraşıyordu. Su dizlerine gelmeye başladığında durdu. "Bir dilek dilemeye gelmiş" dedi ay, yanındaki meraklı yıldızlara. Bu topraklardaki bir inanca göre bir yıl boyunca her dolunayda Feyris nehrine dileğini yazdığın bir kağıttan tekne bırakırsan bir yılın sonunda o dileğin gerçek olurmuş. 9.ay olmuştu, bu gece bunu yapamayacağını sanmıştı. Köşkte bu kadar insan varken onların sürekli bunaltan sorularından, sanki onun çoktan ölüm haberi gelmiş gibi kendisini birileriyle tanıştırma baskılarından kaçamayacağını hissetmişti. Ama buradaydı yine. İçini boğup duran duygular elinden gelen bu tek şeyi de yapamazsa onu yiyip bitirebilirlerdi. Tekneyi sanki batacakmış korkusuyla nazikçe suya bıraktı. 9.tekne de ağır ağır nehirde süzülürken nehrin kenarında onu izleyen bu güzel suret yine gözyaşlarıyla baş başa kalmıştı. Mahzun bir cümle döküldü ince dudaklarından "Seni çok özledim"
12. Bölüm
Herkes yavaş yavaş dönmeye başlıyor. Yaşasınn... Yokluklarında sıkılmaya başlamıştım. ghjghgf
sahaf, zümrüt, kır, macera, at
Canan
Sarayın koridorlarını hızla adımlayan güzel prenses askerlere ve hizmetçilere yakalanmamaya çalışıyordu. Bu büyük ve gösterişli sarayda birine yakalanmak imkansız olduğu halde babası, Kral Sebastian’ın, en güvendiği adamına yakalanmıştı.
“Prenses Lavina sarayın içerisinde böyle bir pelerinle neden dolaştığınızı sorabilir miyim?” Adamın asıl merak ettiği olay neden sarayın bu tarafında, en olmaması gereken yerde prenses ile karşılaştığıydı ama prensesin kafasında sorunlar olduğunu düşündüğü için çok irdelemedi.
Lavina, üstündeki eskimiş pelerine ufak bir bakış attı sonra karşısındaki zümrüt yeşili gözlere baktı, uygun bir bahane arıyordu. Çok zeki olan prenses kafasındaki tilkiler ile gurur duyarak “Bugün şehirde bir gezintiye çıkacağım tanınmak istemediğimden kılık değiştirdim. Nasıl olmuş, az kalsın beni tanımayacaktınız öyle değil mi?” deyip sahte olduğu anlaşılmayan bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. Yine sahaf dükkanında çalışan aşığı ile bulaşmaya gideceğini sanan adam “Kral sahaf dükkanına gitmenizi yasakladı, daha güvenli bir gezi için size ben eşlik edeyim.” dedi.
Sinirlenmeye başlayan prenses sol kaşını kaldırarak “Lüzum yoktur, ben kendi korumalarım ile gidebilirim. Siz bana rahatsızlık verebilirsiniz.” dedi sesinin sinirli çıkmasına özen göstererek.
Adam, prensesin sinirine anlam veremese de “Kabalığımı mazur görün, size iyi eğlenceler dilerim.” deyip hafifçe eğildi ve Kral’ın odasına gitmek için uzaklaştı.
Kesin babama şehre ineceğimi söyleyecek acele etmeli ve hemen bu ülkeden kaçmalıyım diye düşünen prenses hızlıca saraydan çıkmış ve daha önceden hazırladığı atına binip başka kimseye yakalanmadan uzaklaşmıştı.
Yeni maceralara yelken açmak için güneye giden gemiye yetişmeliydi. Uzun zamandır özgür, mutlu ve huzurlu bir şekilde yaşamanın hayalini kuruyor ve bu kaçış için planlar yapıyordu. Dağları, kırları, nehirleri geçmiş ve hava kararmadan gemiye yetişmişti. Atını bir tüccara satıp gemiye bindi. Gemide çoktan prensesin kaçtığına dair dedikodular dolanıyordu. Haberlerin bu kadar hızlı yayılmasına şaşıran genç kız panik ve biraz korkuyla pelerinin şapkasını düzeltti onu ele verecek altın sarısı saçlarını saklamak için.
İclal
Zümrüt yavaşça sahafın kapısını açtı. Kitap kokusu onu karşılamıştı. Çok özlediği kokuyu ciğerlerine çekti. Yavaş adımlarla rafları dolaşmaya başladı. Sanki ufacık bir ses çıkarsa büyü bozulacakmış gibi hissediyordu. Elini kitapların üstünde gezdirdi. Hepsi birbirinden güzel eserlerdi. Eline kahverengi kapaklı altın işlemesi olan bir romanı aldı. "Eski dönemde yaşamış gezginin maceralarını yazdığı not defteri" diye altına not düşülmüştü. Sanki ufak yazılarla bir şey daha yazıyordu ama okuyamadı. Yavaşça kitabın kapağını açtı. Hafif bir esinti oluştu kızın etrafında. Sanki uzaktan at koşma sesi geliyordu. Aniden Zümrüt kitabın kapağını kapattı. Etrafına baktığı zaman her şey yerli yerinde garip bir durum yoktu. Yavaşça tekrar kitabı açtı. İlk satırlarda "MERHABA SEÇİLMİŞ INSAN DÜNYAMA HOŞ GELDİN" yazıyordu. Zümrüt'ün kafası çok karışmıştı okumaya devam etti. "Vereceğim rahatsızlıklardan dolayı özür dilerim, şimdi seni rahat bir yere alalım çünkü birazdan kendini başka bir dünyada bulacaksın. "Zümrüt'ün bası dönmeye başlamıştı ne oluyordu ona anlamıyordu. At sesleri, çimen kokusu, konuşan insanlar, gözlerini hafifçe kapattı. Açtığında ise bambaşka bir yerde bir kırdaydı. Nasıl buraya geldiğini anlamamıştı. Düşününce bir kitaba baktığını hatırlıyordu gerisi karanlık. Etrafta kitap aramaya başladı ama bulamadı. Uzakta ona doğru gelen bir genç gördü. Atın üstünde tüm heybetiyle hızla geliyordu. Zümrüt korkuyla kendisini geriye attı. Ayağı kayıp popo üstü düşünce kıyafetlerinin de farklı olduğunu fark etti. Gür bir kahkaha sesi duydu. Atin üstünde genç oğlan ona bakıp gülüyordu."Hahaha... bu kadar korkacağınızı düşünmemiştim matmazel. İyi misiniz?"
Aleyna
Ekrana baktı. Oğlu, atının üstüne binmiş '' Macera '' diye bağırıyordu. Gülümsedi. Ne güzel bir şeydi. Ne kadar güzel bir çocuktu. Doğru şeyleri yapmışlardı. Eşiyle çalışıyor, oğullarını çok göremiyorlardı. Oğullarına bakıcı baksa dahi görememek anneye telaş yaptırıyor, oğlunu göremediği zaman korkudan ne yapacağını bilmiyordu. Bunun üzerine eve kamera sistemi kurdurtup bakıcının da izniyle izlemeye başladılar. Anne bazen işlerini aksatıp oğlunu izlese de bu durumdan hiç şikayet almamıştı. Ses yerinden sesini biraz daha arttırdı. Oğlu, at gibi ses çıkartıyor "Macera..." diye bağırmayı sürdürüyordu. Eline telefonu alıp eşine mesaj attı. ''Oğlunu izle.'' Eşi elinde telefonla bekliyormuş gibi hemen görüldü yapmıştı mesaja. '' Ben de sana bunu yazacaktım. Senin bu oğlun deli.'' diye karşılık vermişti. Kadın gülümseyerek oğlunun ismini fısıldadı. ''Sahaf...'' Sahaf, normal bir çocuk değildi. Sahaf onlarca acının, onlarca gözyaşının ve onlarca kaybın bedeliydi. Sahaf bekledikleriydi. O küçücük adımlarıyla hayatlarına girebilmesi için çok çabalamışlar, karşılığını Sahaf ile almışlardı. Sahaf her şey demekti ve her şeyden değerliydi. Dünyada bulunan hiçbir zümrüt, pırlanta, yakut... Sahaf'ın teri kadar bile değeri olamazdı. Sahaf annesinin göz bebeği, kalbi... Sahaf annesinin tüm varlığı. Üstüne çok düşüyor, bir şey olacak korkusuyla sürekli izliyordu. Dalgın bakışlarıyla ekrana bakarken, Sahaf elindeki atı bırakmış, eli havada "Macera..." diyerek odadan çıkmıştı. Telaşla koridorun kamerasını açtı. Sahaf, mutfağa doğru el sallamış zıplayarak içeri girmişti. Mutfak kamerasına tıkladı. Hata! Bir kez daha denedi. Hata! Hızlı hızlı tıklıyor, aldığı sonuç asla değişmiyordu. Hata! Hata! Hata! Hata! Hata! Telaşla eşini arayacaktı ki eşi durumunu anlamış olacak onu aradı. ''Telaş yapma, su içiyor. Birazdan çıkar.'' Derin bir nefes verdi. Eşi devam etti. ''Korkma, ararız kamera sistemini, hallederler. Hem neden telaş yapıyorsun ki? Sahaf kaybedebileceğin bir çocuk değil, bak ekrana, ne kadar da mutlu.'' Bakışlarını ekrana çevirdiğinde elindeki bardakla koşan oğlunu gördü. Telefonu kapattı ve izlemeye devam etti. Koridorun ortasında durdu, bardağını yere koydu, elleriyle dizini okşayıp tekrar ve tekrar ''Macera!'' diye bağırarak odasına koştu. Bardak koridorda kalmıştı. Şapşal oğlum diye düşündü. Benim şapşal Sahaf'ım... Sahaf odaya girdiğinde odanın kamerasını büyülttü ve izledi, izledi ve izledi. Bir saati geride bıraktığında aklında bir düşünce yandı. Bakıcı neredeydi? Sabahtan beri bir kere bile Sahaf'ın yanına gelmemiş, onu da geçtim kameraya bile gözükmemişti. Teker teker diğer kameraları gezdi. Koridor, yok. Oturma odası, yok. Salon, yok. Yatak odası, yok. Mutfak, hata! Sahaf'ın mutfaktan su içtiği aklına gelince eşini aradı. ''Hayatım biliyorum çok rahatsızsın da bu durumdan. Bir mutfağa baksana, bakıcı ortalıkta yok. Sahaf'a su verdikten sonra başını falan mı çarptı, bayılmış da ola-'' Eşi cümlesini kesti. ''Mutfakta değildi ki, Sahaf kendisi aldı suyu.'' Sonra eşinin telaş yaptığını fark etti ve cümlelerine şu şekilde devam etti. ''İşten kaytarıyordur, lavaboda falandır.
Parasını keseriz merak etme.'' Ama yaptığı açıklamanın boşuna olduğunu kendisi de biliyordu. Çoktan telaş yapmıştı. ''Sabahtan beri tuvalette mi?! Ne yapabilir tuvalette?! Şaheser mi?!'' Kameraları yine tek tek geçiyordu ki koridorda, Sahaf'ın yere bıraktığı bardak kırıldı. ''G-gördün mü?'' Eşi sakinleştirmeye uğraşıyor, bir şey olmadığını anlatıyordu. ''Bebeğim bazen böyle şeyler olu-'' demişti ki mutfaktan koridora doğru bardak fırlamış, duvara çarpıp kırılmıştı. Telaşlı bir ses geldi. Ama bu seferki kendinden değildi. ''Mutfakta kimse yok!!'' Hemen Sahaf'ın odasını açmış ona bakıyordu. Sahaf hiçbir sesi duymamış gibi oyununa devam ediyordu. Koridor kamerasına girdiğinde görmek istemeyeceği son şey gözüktü. Hata! Diğer kameraları denedi. Oturma odası, hata! Salon, hata! Yatak odası, hata! Hata, hata ve hata! Bir tek Sahaf'ın odası gözüküyordu ve o hâlâ oyununu oynuyordu. Telefonun ucundan eşi seslendi. ''Bende de hata verdi, gidip bakacağım, merak etme.'' dediğinde korkusu kendisini hatırlatmıştı. Korkudan elleri titriyor, ayakları ise tutmuyordu. Sahaf'ın ''Macera'' diye bağıran sesini duydu. ''Maceraya gidelim!'' diye defalarca kez bağırdı. ''Maceraya gidelim.''''Maceraya gidelim.''''Maceraya gidelim.''''Maceraya gidelim.'' diye yineledi bir ses ama bu ses ne kendisine, ne eşine ne Sahaf'a ne de bakıcıya aitti. Ekran simsiyah oldu ve beyaz bir yazı büyüyüp küçüldü: Hata!
Yine tüylerimi diken diken ettin Aleynaaa...
Not: Arkadaşlar aramıza katılmak isteyen varsa discord sunucumuza bekleriz.
Yumi
Yağmurlu bir gecede sokaktaki kaldırım taşlarının kuzeyinde yankılanan bir nal sesi... Kerim babasının peşinden çıkmak için geç kalmış, halâ Sahafın yerlerini süpürürken nal sesleri dikkatini çekmişti. Normalde bu saatte sokaktan olsa olsa fayton geçerdi, tek bir at? İlginç... Daha da ilginci sesin gittikçe yaklaşması ve yaklaştıkça da yavaşlamasıydı. Sanki buraya geliyor gibiydi. Bu fikri doğrularcasına az sonra kapı çalındı. Sert bir el, yorgun ama yine de güçlü hissettirecek bir ses çıkarmıştı, tak tak... Kerim anlam veremediği bir huzursuzlukla masanın üzerindeki gaz lambasını alıp kapıya yöneldi. Kapıyı açtığında yüzüne vuran rüzgar hem yağmur kokusunu hem de yoğun bir çimen kokusunu doldurmuştu genzine. Atın en az bir kaç saat kırlarda koşturduğu kesindi, batıdan geliyor olmalıydı. "Buyurun kime bakmıştınız? Yağmurda kalmayın içeri gelin" demişti Kerim. Karşısındaki adam 1.80 boylarında yapılı bir adamdı, yakalarını kaldırdığı kalın paltosu ve başındaki şapkası onu yağmurdan korusa da hoş olmayan gizemli bir hava da katıyordu. "Hayır teşekkürler" dedi tok bir sesle. "Bir paket bırakmaya gelmiştim, emanetçi olarak da çalıştığınız söylenmişti" Oh, neyse ki içeri girmeyecekti, bu düşüncenin ferahlığıyla alelacele cevap verdi Kerim "Evet evet, emaneti alayım, bir de teslim alacak kişinin bilgileri lütfen" Gizemli adam atın heybesinden kalın bir muşambaya sarılı bir paket çıkarttı, ıslanmamasına baya özen gösterilmişti belli ki. "Teslim alacak kişi dükkanınıza gelip Bir Hayaldir Yaşamak kitabını soracak, sanki o kitapmış gibi bu paketi teslim edin" Yaşananlar fazlasıyla tuhafına gitse de bu ürkütücü adamla bir dakika daha geçirmemek için hiç bir şey sormadı Kerim, başını sallayıp paketi aldı. İlk geldiği anki soluk soluğa hali biraz dinmiş olan at tekrar yola koyulacaklarını hissetmiş, sahibinin binmesini bekliyordu. Yağmurda kaybolan iki gölge haline geldiler bir süre sonra. Kerim daha fazla dışarıda duramamış ve pencereden izlemişti bu manzarayı. Dükkanda daha fazla oyalanmaması gerektiği hissine kapılmıştı iyice. Paketi ıslak muşambanın içinden çıkardı, cidden de saman kağıdına sarılıp bağlanmış bir kitabı andırıyordu, kalın bir kitabı. Neyse ne deyip emanet kasasına yöneldi, paketi kasaya yerleştirdikten sonra "Temizliği yarın sabah erkenden bitiririm artık" deyip paltosunu giyinmeye koyuldu. Gaz lambasını söndürüp dükkandan çıkarken yağmurun durduğunu ve dolunayın ortaya çıktığını gördü. "En azından gece bitmeden güzel bir şey oldu" diye mırıldandı. O hızlı adımlarla evine doğru giderken dolunayın ışıkları da dükkanın penceresinden içerideki masayı aydınlatıyordu. Masanın üzerindeki gazetede günün manşeti "BÜYÜK SOYGUN: Dünyanın en büyük beşinci zümrüdü olan Rüya Zümrüt çalındı!!" Bir sonraki sabah Kerim erkenden temizlik için sahafa gittiğinde geceleyin dükkana girilip kasanın soyulması karşısında yıkılacak, çalınan tek şeyin dün gece gelen paket olması üzerine ise iyice şaşkınlığa uğrayacaktı. Emanete sahip çıkamamanın ağır yükü, içinde ne olduğunu bile bilmediği bir paketin peşine düşmesine sebep olacak ve kendini hiç beklemediği tehlikeli bir maceranın içinde bulacaktı. Bütün bunları bilmeden gecenin sessizliğinde su birikintilerine bata çıka, bir an önce eve varmak için atıyordu adımlarını. Sonrasında gelecek hareketli günlere kıyasla oldukça sakin olan bu günü bitirmeye olan bu çabası komikti. Onun uzaklaşmasını izleyen sabırlı bir gölge usulca hareket etti yerinden...
Şenay
Genç adam kapıdan içeri telaşla girdi. Pencereden dışarıyı gözleyip peşindeki adamların uzaklaştığını görünce derin bir nefes aldı. İçeri girerken etrafına bakmak aklına gelmemişti. Arkasını döndüğünde sayısız kitapla karşılaştı. Sanırım bir sahaf dükkanına dalmıştı. Tekrar dışarıyı gözlediğinde hayla adamların etrafta olduğunu gördü. Biraz bekleyip öyle çıkmalıydı. Beklerken kitaplara göz atmaya karar vererek kitapların sayfalarını karıştırmaya başladı. "Hoş geldin genç adam, nasıl bir şey arıyorsunuz? Aklınızda bir şey varsa bulmanız da yardımcı olabilirim." Genç adam elindeki kitabı bırakarak. "Aradığım şeyi bulamadım, bende tam çıkıyordum." diyerek gülümsedi. Adımlarını attığında, adam tekrar seslendi. "Genç adam, aradığın şeyi buralarda bulamadıysan sana nerede bulabileceğini söyleyebilirim." dedi. Genç adam bir an önce dışarı çıkıp buralardan uzaklaşmak istiyordu. "Teşekkür ederim ama benim artık gitmem gerek." dedi. "Genç adam, iki sokak ötede at satan bir arkadaşım var. Ona, benim yolladığımı söyle. Sana bir at verecek." Raflara göz gezdiren adam, aradığı kitabı bulunca hızla yerinden alıp genç adama uzattı. "Bu kitap seni aradığın şeye götürecek." dedi. Kitabı alan genç adam, kapağın üstündeki yazıları okudu. "Macera seni bekliyor." diye sesli bir şekilde tekrarlayıp adama baktı. "Bu kitapla uçsuz bucaksız yerlere gideceksin. Kırları, bayırları, dağları, taşları geçeceksin. Sonunda ise zümrütlerle işlenmiş bir saraya varacaksın. İşte aradığın şey o sarayda." dedi ve genç adamı dışarıya doğru yönlendirdi. Genç adam şaşkınlıkla adama bakarken "İşte orada!" diye bir ses duydu. Duydu sesle koşmaya başladı. Bir an önce sahafın dediği yeri bulup atı alıp uzaklaşmalıydı...
Alperen => yine yoğun ısrarlarımız sonucunda yazdırmayı başardık. gfhfgh
Destan yavaşça görevlilere doğru ilerledi. "Kimliğini bana, eşyalarını da oraya ver." "Tabii, buyurun." "Destan... Güzel ismin varmış. Nerden ve neden geldiğini belirtmen lazım." "Heinz'den geliyorum, macera yaşamaktan sıkıldım biraz ara vermek için geldim. Kırlarda atımla dolaşmak istiyorum." Bu sırada eşyaları alan şövalye kılıçlara hayretle bakıyordu. "Bunlar da neyin nesi böyle?" Şövalyenin verdiği tepkiyi fark eden diğeri dönüp baktığında iki tane, uzun, pala şeklinde eğimli kılıcı gördü. Alt tarafları testere gibi tırtıklıydı. "Bunlar senin mi?" "Evet, bana aitler. Heinz'de ticaret gemileri için koruma olarak çalışırdım. Bilirsiniz bu gemileri hedefleyen fazlaca korsan var. Yedi sene boyunca sırf para biriktirmek için çok çile çektim." Destan tabii ki de korsan olduğunu söylemeyecekti. En iyi seçenek koruma bahanesiydi. "Bu yanında neden bu kadar para olduğunu açıklıyor sanırım. Altınlar, gümüşler, hatta bir iki tane zümrüt bile var." Şövalye şaşkınlığını attıktan sonra devam etti: "Her neyse bir sıkıntı yok gibi gözüküyor. Geçebilirsin, giriş ücreti iki gümüş." Gümüşleri alırken şövalye Destan'a doğru eğilerek kulağına fısıldadı. "Sıkıntı çıkarma! Eğer seni karakolda görürsem canını okurum."Eşyalarını ve kimliğini alan Destan, şehrin iç taraflarına doğru ilerlemeye karar vermişti. Öncelikle kalacak bir yer bulması gerekiyordu. Bilmediği bir şehirde, bilmediği sokakları turlarken esnaflarla konuşmayı düşündü. Bir şehri en iyi onlar bilebilirdi. Gözüne kestirdiği bir sahafa girerek konuşmaya karar verdi. İçeriye girdiğinde burnuna gelen kitap ve tarçın kokusu çok hoşuna gitmişti. Etrafındaki eski kitaplara bakınırken sahafın sözünü işitti. "Hoş geldiniz. Neye bakmıştınız? " "Hoş buldum. Güzel kitaplarınız varmış. Ancak başka bir şey için buradayım." "Tabii, size nasıl yardım edebilirim?" "Bu şehirde yeniyim bu yüzden buraları pek bilmiyorum. Kalacak bir yer arıyordum ama istediğim gibi bir yer bulamadım. Bildiğiniz orta halli bir yer var mı acaba?" "Hmm... Kalacak bir yer arıyorsanız bir alt sokaktaki hanı öneririm." "Önerdiğiniz kadar iyidir umarım." "Fazla lüks bir yer değil ama sahibini tanırım kaliteli mekandır, iyi hizmet verir ve ucuzdur da." "Peki o zaman, hazır gelmişken elinde hiç şehir haritası var mı?" "Tabii hemen getiriyorum." Sahaf tezgahın arkasına doğru eğildi ve bir parça parşömen çıkardı. "İki bakır efendim." "Tabii, kolay gelsin." Destan parayı verdikten sonra dükkandan çıkarak sokağa doğru devam etti.
0 Comments:
Yorum Gönder