13. Bölüm 5 Kelime


 Diğer hikayelere devam yazıp geldik bu sefer. gghgdgf 

Sarı, sakal, çakı, gülmek, gölge


Canan

Lavina güvertede boş bir yere oturup sayımın tamamlanmasını bekliyordu. Prensesin gemiyle güneye gideceği, Kral ve adamların aklına gelmez düşüncesi Lavina'yı biraz rahatlattı. "Muhtemelen şehir sokaklarında beni arıyorlar" dedi genç kız hafifçe gülerek. Yaptığı delilikti, yakalanırsa Kral gözünün yaşına bakmaz giyotin ile idam ederdi ama prenses olmak istemiyordu Lavina. Sevdiği erkek ile evlenmek istiyordu, siyasi amaçlar için satılmak istemiyordu. Bir yandan düşünürken diğer yandan güneşin batışını izliyordu. Nihayet sayım bitmişti. Gemi limandan demir alıp güneye doğru açıldı. Lavina güneş batıp yerine ay geçene kadar güvertede diğer insanları izledi. Daha sonra kiraladığı kamaralardan birine geçip saraydan kaçmanın heyecanı ve sevinciyle uykuya daldı. "Hanımefendi, sabah oldu kaptan konuşma yapacak." Bir yandan kapıyı çalıp diğer yandan acaba bir şey mi oldu diye endişelenen hizmetçi tekrar seslendi kapının diğer tarafından "Hanımefendi uyandınız mı?". Lavina uyanıp birkaç dakika nerede olduğunu anlamaya çalıştı. O çok alıştığı yumuşak yatağında değil bir gemi kamarasında olduğunu anladığında hemen yattığı yerden kalkıp etrafını kolaçan etti, eteğinin iç cebine, kendi diktiği gizli cebe, elini atıp altın kesesini ve küçük çakısını kontrol etti, her şeyin yerli yerindeydi. Bu arada hala kapıyı çalmakta olan hizmetçiye uyandığını ve az sonra geleceğini söyledi. Üstünü başını düzenleyip sarı saçlarını örmüş ve güverteye çıkıp kalabalığa karışmıştı. Dümenin bulunduğu üst güverteden hafif tombul ve gür sakallı bir adam konuşmaya başladı. "Ben Kaptan Sakalsız, şuan Lauren limanına demir atmış bulunmaktayız. Florida'ya gitmek isteyen yolcular yarım saat sonra tekrar gemiye gelsin. Kaptanın duyurusundan sonra dağılan kalabalık ile Lavina gemiden inmişti. Sonunda güneyde, Lauren, topraklarındaydı. Yanındaki gölge ile aynı tepkiyi verdiğini fark eden Lavina bakışlarını o yöne çevirdi. Yüzündeki tatlı tebessüm ve yakışıklı çehresi ile ona bakan delikanlı prensese sordu "Güneyde hava daha sıcak öyle değil mi prenses?" Lavina yakalanmanın verdiği şaşkınlık ile öylece bakakaldı genç adama.


İclal

Genç adam hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bugün uzun zamandır düşündü rüya gölüne gidecekti. 1 sene önce sözleşme üzerine nişanlandığı kıza aşık olmuştu artık. Sözleşme bugün son buluyordu. Genç kıza gerçek bir evlilik yapmak istediğini söyleyecekti. Güneş karıp karıp parlıyor sarı ışıklarını etrafa saçıyordu. Sakalını ovuştura ovuştura ilerlemeye başladı Melih. Bir an durup gölün üstünde yüzen ördekleri izledi. Her şey o kadar güzel gözüküyordu ki gözüne. Emindi Manolya'nın onu sevdiğine, aşkla bakıyordu her zaman genç adama. Dizi gibi bir hayatları vardı. Zengin erkek, fakir kadın. Bir sözleşme üzerine olan beraberlik. Ama bu farklı olacaktı, onlar aşk evliliği yapacaklardı. Entrikalardan uzak duracaklardı. Cebinden çıkardığı çakıyla sayfanın üstüne baş harflerini kazıdı. "Evet biz de böyle sonsuza kadar beraber olacağız sevgilim." Diye içinden geçirdi. Daha fazla Manolya'yı bekletmemek için hızlı adımlarla buluşacakları kafeye gelip her zamanki masalarına oturdu. Sade kahvesini sipariş edip genç kadını beklemeye başladı. 10 dakika sonra genç kadın tüm zarafetiyle gelmişti. Kibar ve ince sesiyle " Üzgünüm Melih beklettim seni de, işlerim uzadı." dedi ve kibarca gülümseyip masaya oturdu." Hiç sorun yok Manolya, bekleten sen olduğun sürece bir ömür boyu seni beklerim ben " dedi Melih sevgi dolu sesiyle. " Manolya ben buraya sözleşme için çağırmıştım seni, artık son buluyor sözleşme. Ne dersin, seninle gerçek bir birlikteliğe başlama zamanımız gelmedi mi?" dedi ve devam etti sözlerine "Seni çok seviyorum ve evlenmek istiyorum ama bu şekilde bir sözleşme yapmadan olsun." Dedi Melih heyecanlı bir sesle. "Melih sen ne saçmalıyorsun bizim ilişkimiz sadece bir oyun üstüneydi. Ben hiç bir zaman seni sevmedim ve sevemem. Bu sözleşme bitince yollarımız ayıracağız. Bu bir pembe dizi değil ve bende o saf kızlardan değilim. Bu ilişki burada son buluyor. Seninle daha fazla konuşmak istemiyorum. İyi günler dilerim." dedi ayağa kalkıp "Ha bir de son ayın parasını yatırmayı unutmazsan çok sevinirim."... 

Bu seferde trol bir hikaye yazasım geldi jdjdjdj ve alışılmışın dışında gerçekten olabilecek bir dizi klasik tersini çünkü her zaman neden sözleşme yapanlar aşık olmalı 


Kübra

-Ey yüce Kraliçe Melanie! Beni huzurlarınıza çağırmışsınız. 

– Hoş geldin gölge halkının lideri Yahon. Seni görmek güzel. Nasılsın? 

-Yüce Kraliçemizi görüp de kötü olmak ne mümkün! (yavaşça kraliçeye yaklaşır ve elini saçlarına götürür)

 -Kraliçem! Bu yaşıma değin onlarca köklü kabilenin nasıl darma duman edildiğini, bizzat gözlerimle gördüm. Yıllardan beri yıkılmayan, o güçlü kabileler ne oldu da bir anda yerle bir oldu? Sebebini bilmeyen biri elbette anlayamaz. (elini sakallarına götürerek) 

-Ama ben çok iyi biliyorum Kraliçem! (aniden kuşağındaki hançeri çıkarır) 

–Hiç değişmiyorsun değil mi, Deli Yahon! Onlarca kabile yıkıldı, hem de hiç savaş olmadan.. (gülerek) Bunun sebebi aşikar. (tacını çıkartır, tahtından kalkar ve saçlarını bir tarafına alarak Yahon'a döner) Sen söyle! 

-Bunu yapmaktan usanmayacaksın değil mi, sadist Kraliçem! 

-Ha, haahaa... haaaahaha... 

-Saçların.. Gece uykularımdan beni alıkoyan o güneş saçların! Gecemi gündüz eder, gündüzümü zindan. Fikrime geldikçe ne yapacağımı şaşırdığım zamanlar, kendimi burada, senin bağrında buluyorum. Saçlarını gördüğüm an "İşte!" diyorum "İşte beni çağıran güneş tam önümde." Onlarca kabileyi savaşsız boğan, benim de tenimden ruhumu söküp alan saçların! (Kraliçe yerde sürünen saçları, incecik beyaz, ipek elbisesiyle Yahon'a iyice sokulur) 

-Doğru yerdesin benim minik kedim. Sahibinin yanında! (Yahon terden ıslanmış yanakları, buğulu gözleriyle kraliçenin gözlerine bakar) 

-Cennet de sizin kadar güzel midir Kraliçem? 

-Ne o? Cenneti merak ediyor gibisin? Hangisinin daha güzel olduğuna sen karar ver Yahon.. 


Şenay

Uzamış sarı sakallarını kaşıdı kitabı okurken. Yolu kaybetmişti galiba. Aradığı sarayı bulmak için nehri takip etmeyi düşünüyordu ama bir türlü nehre ulaşamamıştı. Atın heybesindeki azığını çıkarıp az ilerdeki bostana yöneldi. Cebindeki çakıyı çıkarıp birer tane biber, domates, salatalık kesti. Çeşmede güzelce yıkadıktan sonra ağacın gölgesinde azığındakilerle birlikte yiyordu ki bostanın diğer tarafından biri seslendi. "Hop.. Hemşerim afiyet olsun. Nereden gelir, nereye gidersin." Genç adam, kendine yaklaşan orta yaşlardaki adama bakıp gülümsedi. "Buyur gel kardeş. Hakkınızı helal edin, geldiğin bostandan bunları aldım." dedi. Yanına oturan adama hikayesini anlatmaya başladı. Falanca ülkede şehzadeye yaverlik yaptığını, sultan ölünce tahta geçen şehzadenin kardeşlerini ve yanındaki herkesi öldürmesini emrettiğini anlattı. Asıl kimliğini ve kaçarken girdiği bir sahafın ona verdiği kitaptan bahsetmek şu anlık tehlikeli olabilirdi. "İşte böyle kardeş. Şimdi hayatta kalmak için Gölgeler ülkesindeki zümrüt süslemeli saraya gidiyorum. Orada yeni bir hayata başlayıp krala hizmet edeceğim." dedi. Adam, genç adama gülümseyerek. "Oraya buradan ulaşamazsın." dedi ve parmağı ile genç adamın arkasını işaret etti. "Bu yoldan dümdüz git. Bir nehir göreceksin, o nehrin aktığı yönde ilerle. Suyun gittiği yer seni Zümrüt saraya götürecek." dedi adam. Genç adam yola koyulmak için azığını toplamaya başladı. Adamsa yerinden kalkıp bostana girdi. Biraz sonra elinde bir çıkınla geri döndü. "Bu çıkına yolda yemen için azık koydum. Yolun açık olsun. Sağ salim varır, huzurlu bir hayat yaşarsın." dedi. Genç adam ata hafifçe ayalarıyla vurup "Yeah..." diyerek oradan uzaklaştı. Sonunda aradığı nehri bulmuştu. Nehrin sonunda Zümrüt sarayı bulmuş, muhafızlara adını vererek. İçerden haber bekliyordu. Abisi belki de çoktan harekete geçip tüm ülkeleri bilgilendirmişti. Burası son umuduydu hayatta kalmak için. Sultan olmak istemiyordu. Sadece hayatta kalmak istiyordu...   

Aramıza katılan yeni arkadaşımız kendini durduramadı ve uzunca bir hikaye yazdı. Ellerine sağlık Merve ❤


Merve

Tıfıl, ahırın duvarına yaslanmış, gözlerinde büyük bir özlemle, üzerinde ormanın kurulduğu dağa bakıyordu. Hülyalara dalmış halde iken ormanın kenarından Koca Celal'in çıktığını gördü. Alışkanlık üzerine Koca Celal'in sırtında taşıdığı tavşanları saymaya başladı. Bir..iki..üç... Tamı tamına üç tavşan yakalamıştı bu sefer. Bu miktar Koca Celal'in ailesine bu akşamki yemek için yeterdi. Ayrıca karısı isterse en yakın komşuları oldukları için Tıfıllara da bir kase çorba gönderebilirdi. Bu ihtimali düşünmek küçük çocuğu sevindirmek yerine daha çok sinirlendirmişti. Tavşan çorbası sevmediğinden ötürü değildi elbet. Onun tepkisi kızgınlıktan ziyade kıskançlık gibiydi. Küçüğün düşüncelerinin ardı arkası kesilmez iken birden Koca Celal'in sakallarına takıldı gözleri... Neden! neden! diye yakındı içinden ve kendi yanaklarına dokundu. Tam o anda Koca Celal ile minik çocuğun gözleri buluştu ve çocuğun tuhaf dik bakışlarına mukabil çarpık dişleri görülecek şekilde güldü. Lakabına yakışır cüssedeki koca adamın gülüşüyle fazlasıyla tepesi atan çocuk, suratını asıp başını samanlıktan yana çevirdi. Bununla birlikte sarı saman yığınlarının arasında belli belirsiz görülen kahverengi uzun saçları fark etti. Kısa bir süre sonra tıfılın boylarında minik bir kız, yığınların arasındaki gölgelerden dışarı fırladı ve Tıfıla doğru koşmaya başladı. Küçük çocuk yaslandığı yerden doğrularak kendisine doğru hızla yaklaşan kıza karşı kollarını açtı. Kız, küçüğün kucağına atlayıp yüzünü çocuğun yanağına sürter sürtmez şikayet etmeye başladı. 

"Tıfıl, tıfıl, tıfıl bugün benle hiç oynamadın hadi oyun oynayalım." Küçük çocuk, kızın saçlarına gözlerini dikmiş okşarken kıza cevap verdi. "Tıfıl değil, abi diyeceksin. Ben senin abinim Tiftik." Bu uyarı üzerine Tiftik, Tıfıldan ayrılıp onunla kavga etmeye başladı. "Hayır, nerden benim abim oluyorsun! Asıl ben senin ablanım, bana abla de çabuk!" 

"Ben 10 yaşındayım sen 7 yaşındasın. O yüzden ben abiyim." 

"Nasıl sen 10 yaşında ben 7 olurum. Annem aynı anda ikimizi doktordan aldığını söylemişti. Hem boylarımız da aynı!"

"Ben 10'a kadar sayabiliyorum sen ise 7'ye kadar biliyorsun. Annemiz ise çok biliyor. O yüzden anne en büyük, ben de sonraki en büyüğüm bana abi demelisin." Kızcağız çocuğun verdiği yanıta karşılık söyleyecek söz bulamayınca kollarını kavuşturup arkasını döndü. Tıfıl ise zavallıyı teselli edercesine saçını ovalamaya başladı ve ekledi. "Üzülme, hem bana abi dersen seninle oynayacağım. Aklımda da çok güzel bir oyun var oynamak istemez misin?" Masum küçük kız, hemen oyun lafına tav olup parıl parıl parlayan gözlerle kendisininki ile aynı renkte olan zümrüt yeşili irislere baktı. Çocuk kızın niyetini anlayıp oyunu anlatmaya başladı. "Tiftik, şimdi sen gizlice annenin dikiş kutusundan çakı ile uzunca bir ip alıp hurdalığa geleceksin. Dikkat et, anne seni görmesin! Ben geri kalan şeyleri hazırlayıp orada bekleyeceğim." 

"Tamam abi." Dağlardan esen meltem çocukların kahverengi saçlarını savururken kız eve doğru koşmaya, çocuk ise derinden gelen kahkahalarını engellemek için minik elleri ile ağzını kapatıp mırıldanmaya başladı. "Annem ne demişti... Dağda yaşayan Tiftik keçilerinin yünü çok mu kullanışlı olur?"

 Hehehhe... Çok uzun olmuş, gelecek sefer daha dikkatli olacam inşallah, özür dilerim. 😅

Kız bence tam olmuş bence, bende cidden çok uzun sanmıştım.🤭


Kinder Çikolata (Emin) => Çocuğa kinder çikolata diye diye adını unutucam yakında 🤭

Kış gelmiş, hava soğumuştu. Her yer karlar altında kalmıştı. Kampın önünde ki tek siyahlık Hans'ın kampın ışıkları altında beklerken ki gölgesiydi.
Hans, soğukta ellerini her çakmağıyla ısıtmaya çalıştığında ne yapıyor olduğunun ve nelere sebep olduğunun farkına tekrardan varıyordu ama elinden bir şey gelmezdi. Führer'in sözü emirdi ve her alman askeri bunu bilirdi. Uzun bir bekleyişin ardından uzakta gelenler gözüktü. Hans içinden istemsizce küfür etti. Gene 10-15 yaş arası daha sakal bıyıkları çıkmamış çocuklardan oluşan bir grup getirmişlerdi, nede olsa yaşlıları getirmek zor ve zahmetliydi. Yaklaşan komutanı selamladı ve kampın kapısının açılması için işaret verdi. Zincir kapı yavaş ama gürültülü bir sesle açıldı. Önce çocuklar ardından da askerler içeri girdi. Kapı gene yavaş ama gürültülü bir şekilde kapandı, hem de içerdeki çocukların zavallı bakışlarına rağmen. Hans bir kez daha hayatından nefret etti. Führer'den, askerlikten ve bu berbat görevden. Ama ailesi evde onu bekliyordu ve eve geri dönmesinin tek yolu artık bir evi bile olmayan bu insanların sonunu hazırlamaktı. Çocukları olabildiğince hızlıca fırının içine soktu. Kapıyı kapattı ve bir daha içeriye bakmadan fırını yaktı. Her zamanki gibi duyabildiği tek şey sarı alevlerin içinden gelen korkunç çığlıklar oldu.

Yüreğimi dağladın Emin 😭

😵Yumi bu çok uzun ama 🤭


Yumi

Bu hikâye son hikayemin devam hikayesidir. Mevcut 5 kelimeye de uygundur. Devam hikayesi yazarken hem önceki hikâyeyle uygun bir şekilde bağlayabilmek hem de yeni bir şeyler anlatabilmek için çok daha fazla cümle kurmak gerekiyor. Umarım uzunluğunu mazur görürsünüz, bunu siz istediniz 😂

Denizden yükselen sis limanın üstüne çökmüş, gecenin karanlığı da eklenince göz gözü görmez olmuştu. Yoğun bir bulut tabakası ayın ışıklarının geçmesine izin vermediğinden etrafa ışık yayma görevi sadece sokak lambalarına kalıyordu. Limanın bu kuytu köşelerinde onlar da olmadığından ilerideki küçük ateşten başka ışıltı görünmüyordu etrafta. Ağır ağır ateşe doğru ilerledi Kerim. Yaşadığı onca şey onu çok değiştirmiş, en başta da sürekli temkinli olmayı öğretmişti. Ateşin başında bir kaç ihtiyar balıkçının olduğunu görünce rahatladı. Bu gece en son istediği şey sorunlu tiplere çatmaktı ne de olsa. Onu fark eden ihtiyarlardan biri ayağa kalktı "Buyur evladım birini mi arıyordun?" diye sordu yumuşak bir sesle. Sakalını tamamen kırlar kaplasa bile halâ çok dinç duruyordu. Ekmek derdi işte, yoruldum demeye lüksün var mıydı ki? "Yok, sağ ol bey amca" diye cevap verdi Kerim. "Birini aramıyorum, bir arkadaşımı bekliyorum sadece. Aradığım şeyse arkadaşım gelene kadar içimi ısıtacak bir sohbet" Yaşlı adam gülümsedi "Gel öyleyse, tam yerini buldun delikanlı". Ateşin etrafındaki boş tahta kasalardan birini ters çevirip üstüne oturdu Kerim. Belindeki silahın fark edilmemesine özen gösteriyordu. Gece gece kendi hallerinde sohbet eden bu insanları ürkütmek istemezdi. Ama nafile, tam karşısında oturan adam "Boşuna uğraşma evlat." dedi muzip bir tonla. Bu adam diğerlerine oranla baya gençti, en fazla 35'lerinde gösteriyordu. Bu civarlarda pek rastlanmayacak kadar sarışındı. "İhtiyarların arkasında gözden mi kaçırdım, yoksa o mu bilerek kaçındı?" diye aklından geçirdi Kerim. Huzursuzlanmıştı, "Çok yorulmuş olmalıyım, etrafıma bile dikkat edemiyorum" diye kendi kendine kızdı. Sarışın adam ortaya lafı atmış ama Kerim'in tepkisini görmek için kafasını bile kaldırmamıştı. Tüm dikkatini elindeki tahta oymaya vermiş gibiydi. Gümüş saplı çakı, ufak tahta parçasının üzerinde nazikçe kayarken o da konuşmasına devam etti "Bu ihtiyarları kolay lokma zannetme, bunlar adamın yürüyüşünden silah taşıyıp taşımadığını anlarlar. Eee... Az şey yaşamamışlardır bu tekinsiz sokaklarda. Hepsi birer insan sarrafı olmuş. Seni gözleri tutmasa aralarına davet etmezlerdi zaten." Sonunda elindeki işi kenara koyup Kerim'e çevirmişti gözlerini. Ateşe biraz uzak olduğundan az buçuk seçilen yüzünde göze ilk çarpan çenesindeki geniş yara iziydi. O yara izini saymazsan temiz ve güven veren bir yüzü vardı aslında. "Ben Akif, Sarı bıçak da derler, hangisini istersen onu kullan. Sen kimsin bakalım? Taşıdığı silahın ağırlığını hisseden çok kimse kalmadı artık" Karşısındaki insanlardan bir art niyet sezmese de bu sorgulamadan hoşlanmamıştı Kerim. Bazı şeylerin gizli kalması gerekiyordu. "Eğer devlet görevlisi olup olmadığımı soruyorsanız hayır değilim, bazı özel sebeplerden ötürü silah taşımam gerekiyor" diye kaçamak bir cevap vermeyi seçti. "Tamam evlat, özelin sana kalsın" diye sert ama babacan bir vuruşla sırtını okşadı yanındaki ihtiyar. Akif'inse merakı halâ dinmemişti "Hasan amca azıcık sorsak ne olacak yahu, hem tahminde bulunmak eğlenceli oluyor. Polis değilsin ama polisle çalışıyorsun değil mi? Bu sefer tutturacağım bak." Cidden on ikiden vurmuştu. Yalanlamasa olmayacak, yalanlasa inandıramayacaktı. Belki de sessiz sakin oturmalıydım bir köşede diye düşünürken bir ses duyuldu uzaktan "Kerim!!" Kerim'in sessizliğini tahminin doğru çıkmasına yoran Akif keyifli bir şekilde söylendi "Bak bu gelen de kesin polis olan iş ortağı, demedi deme" bir kahkaha patlatıp karanlığa doğru bağırdı "Buraya gel, buraya... Arkadaşın ateşin başında!" Bir süre sonra Osman göründü sislerin arasından. Gri paltosu sisli havalarda daha bir görünmez yapıyordu onu. Ateşe yaklaştıkça kumral saçları parlamaya başlamış, yüzündeki yorgun ve şaşkın ifade ortaya çıkmıştı. "Burada ne yapıyordun?" dedi Kerim'e merakla. "Üzgünüm işin beklediğimden kısa sürdü, gece yarısına kadar uğraşırsın sanmıştım. Biraz oyalanıp geri dönecektim caddeye" diye cevapladı Kerim. "Evet bir kaç şey değişmiş, yolda anlatırım. Hızlanmamız gerek hadi" dedi Osman hafif gergin bir sesle. "Müsaadenizle bey amcalar, arkadaşımı almam gerek" diyerek ihtiyarları selamlamayı da ihmal etmemişti. "Al al senin olsun" diyerekten kafasını uzattı Akif. Osman nereden çıktığını anlamadığı bu adamın şaşkınlığını yaşarken "Her ne yapıyorsanız dikkatli olun, tamam mı genç polis" diye de ekleyen Akif sırıtarak Kerim'e dönmüştü. Osman da bir hışımla Kerim'e dönmüştü tabi. "Yok yok onun bir suçu yok, ben tahminde bulunuyordum denk geliverdi ne yaparsın. Bak bu çocuğa da göz kulak ol, sevdim ben bunu." diye savunmaya geçmişti Akif. "Kerim, bir yardım gerekirse beni her zaman buralarda bulabilirsin aslan parçası, nedense kanım kaynadı sana. Her zaman bir çay içmeye beklerim tamam mı?" Biraz sinir bozucu da olsa, bu cin gibi adamı sevmişti Kerim. "Tamam Akif abi, sağlıcakla kalın" deyip ihtiyarlara da selam verdikten sonra nihayet ayrılabilmişlerdi ateşin başından. "Ne ilginç bir adam" diye mırıldandı Osman. Hâlâ nasıl olup da ilk başta orda olduğunu fark edemediğini sorguluyordu. Kerim'in asıl merak ettiği ise Osman'ın aldığı yeni istihbarattı. "Bir şeyler değişmiş dedin. Sorun ne, beklediğimiz adamlar yarın gelmiyor mu yoksa? Ne zamandır bu anı bekliyoruz, bir sıkıntı çıkarsa geri bu noktaya gelmek aylarımızı alır". "Hayır hayır" diye sakinleştirdi Osman. "Tarihte bir sıkıntı yok, sadece geminin yanaşacağı liman değişti. Gemi gelmeden yeni adrese gidip hazırlıklarımızı tamamlamamız lazım." "Bir kere içlerine sızdığında gerisi kolay olacak endişelenme". Onlar limandan çıkarken birer ikişer kar taneleri düşmeye başlamıştı yeryüzüne. Kerim derin bir nefes alıp dışarı verdi. Nefesinin oluşturduğu buharda bu güne kadar yaşadıklarını görüyordu sanki. Bir paketin peşine düşüp nerelere gelmişti. Hayatını değiştiren o geceden sonra aylar geçmiş, inatçılığı yüzünden başına gelmeyen kalmamıştı. Polis, paketi beraber arama teklifini reddetmiş. O da tek başına aramaya kalkınca hem polisin başını derde sokmuş hem de beklenmedik bir şekilde zaman zaman polise yardımcı da olmuştu. En sonunda bu adamdan yararlanabilecekleri düşüncesine kapılmışlar ve kendisine bir polis ortak ayarlayıp ikisini sızma görevlerine atamışlardı. Polisle beraber çalışan bir gayrı resmi ajandı artık. Hem yaşadığı olaylar hem de ortağı Osman, kendisine bir çok şey öğretmişti bu süreçte. Bunlardan biri de soğukkanlılık olmasına rağmen halâ operasyon öncesi içinde duyduğu ürperti hissinden kurtulamamıştı. Yine de bu sefer içinde ikinci bir his de vardı. Belki bu sefer o paket karşısına çıkardı ha, kim bilir? Sokak lambalarının aydınlatmakta yetersiz kaldığı bu siste iki gölge ilerliyordu. Üzerlerine düşen kar taneleri yeni günün bembeyaz olacağını müjdelerken onların aklındaki tek şey yarın şehre varacak olan gemiydi. Çok hareketli bir gün olacaktı, hem de beklediklerinden çok daha fazla...

herkes ne kadar uzun yazmış yahu... ghjgh


Alperen

"Başkent sokakları gerçekten çok güzel." diye düşündü Destan. Heinz'in pis ve leş kokan sokakları gibi değildi.Etraftaki binalar eski tarzda olsalar da iyi durumda gibiydiler. Ana yollar at arabalarının geçebileceği kadar genişti. Binaların araları dar sokaklara açılıyordu, bu sokaklarda da merdiven altı işletmeler vardı. Destan bir alt sokağa, hanın olduğu yere doğru yavaşça etrafı izleyerek ilerliyordu. "Kaçma seni aşağılık hırsız!" Destan sesin geldiği yere doğru döndü. Kapüşon takan bir adam ara sokaklardan birinden ana yola doğru koşuyordu. Arkasında da onu kovalayan şövalyeler vardı."Durdun şu herifi!" dedi şövalye, hem koşuyor hem de ana yoldaki insanlara bağırıyordu."Çekilin, çekilin yoksa deşerim!" elindeki çakıyı sağa sola sallayan adam can havliyle kaçmaya çalışıyordu.Koşturmaca doğruca Destana doğru geliyordu. Karışmak istemese de şövalyelere yardım etmenin iyi bir fırsat olduğunu düşündü. Adam bağırarak koşmaya, şövalyelerse kovalamaya devam ediyorlardı. Adamın elindeki çakıyı görenler kenara çekiliyor, kendilerini bu işten uzak tutmak istiyorlardı. Adam gittikçe yaklaşmıştı.Düşünmek için son saniyeleri olduğunu fark eden Destan adamı yakalamaya karar verdi. En kötü ihtimalle üç beş gümüş verirler diye düşündü. Adam koşmaya odaklanmışken Destan adamın önüne atlayarak yolunu kesti. Hemen çakısını sallamaya başlayan adam, bir yandan da tehditler savuruyordu. "Bıçağımın içine girmesini istemiyorsan çekil yolumdan!" Destan adamın tipine odaklanmıştı. Karşısındaki adamı usta bir gözle süzerek ne kadar yetenekli olduğunu ölçüyordu. "Pek iş yok bunda. Kılıcımı çektiğime değmez." diye düşündü. Adam, Destana yaklaştığı gibi hamle yaparak saldırdı. Destan sakindi, ustaca bir hareketle adamın elini sol eliyle yakalayarak saldırısını engellemişti. Anında karşı saldırıya geçti. Sağ eliyle adamın yüzünden tuttu ve var gücüyle adamı yere çaldı. Neye uğradığını bile anlamayan çapulcu herif kafasını vurduğu gibi bayılmıştı. Arkasındaki şövalyeler de şaşırmışlardı. Destan baygın adamın yüzüne bakıyordu. Adam orta yaşlı, sarışın, kirli sakallı bir herifti. fakir olduğu bakımsız ve kirli yüzünden anlaşılıyordu. "Hahaha... Bize yardım ettiğin için teşekkürler delikanlı." dedi şövalyelerden birisi, gülerek Destan'a yaklaştı. İrice bir adamdı. zırhındaki işlemelerden diğerlerine göre daha yüksek rütbede olduğu anlaşılıyordu. Ama bu keş kılıklı herif nasıl oldu da bu adamlardan kaçabilmişti? "Rica ederim efendim, suçlu biri gibiydi." Destan hafif başını eğerek karşılık verdi.

"Aşağılık herif leydiye el uzatmaya nasıl cüret edersin!" arkadaki şövalyelerden birisi hışımla yerde baygın yatan adamın yüzüne bir tekme geçirdi.Anlaşılan büyük bir şeyler dönmüştü. Ne olduğunu merak eden Destan laf arasında biraz önceki şövalyeye sordu. "Bu herif ne halt yedi ki sizin gibi şövalyeler peşine düştü? Sizin için biraz fazla zayıf değil mi?""Öyle tabii. Leydimiz fakir insanlara yardım için buralara kadar gelip bizzat kendisi ilgileniyor. Ama bunun gibi pislikler bu yardımı hak etmiyorlar. Leydi küçük bir çocuğa yardım ederken fırsattan istifade broşunu çalmaya çalıştı. Çalamadı tabii, haliyle can havliyle kaçmaya başladı. Bizde hemen peşine düştük. Ancak bu sokakları iyi biliyor, gölgelerin arasında kaybolacak gibiydi. Sen olmasan yakalayamazdık. Sağ ol tekrardan""Leydi derken kimden bahsettiğiniz sorabilir miyim acaba? Bu şehirdeki ilk günüm de." dedi Destan. Böyle şövalyeler tarafından eşlik edildiğine göre baya soylu biri olmalıydı. Eğer tanışmak için bir fırsat edinebilirse güzel bir ödülde alabilirdi."İkinci prenses tabii ki." dedi ve bunları söylerken şövalye, Destanı süzüyordu. "Delikanlı, adın ne bakalım senin?""Destan efendim, Heinz'den geldim." dedi, şövalyenin kendini süzdüğünü fark eden Destan. O sormadan devam etti. "Ticaret gemileri için korumalık yapıyordum, az çok savaşmasını bilirim."Şövalye de bu şekilde düşünmüş olacak ki onaylar bir tavırla, "Takip et." dedi. Görünüşe göre prensesle tanışmak için bir fırsat edinmişti. Yüzünde hafif bir gülümseme olan Destan şövalyeleri takip etmeye başladı.


0 Comments:

Yorum Gönder