15-16. Bölüm 5 Kelime

 

15. Bölüm

 Kelimeler; Tren, Gece, Silah, İfşa, Lacivert


Hanife 

Kaçış

Soğuk bir kış günü... İnsanlar işlerini bitirip eve gitmek için sabırsızlanıyor. Çünkü tam üç gündür aralıksız kar yağıyordu. Mesai bitimi sokaklar, evlerine giden insanlarla dolup taştı. Yoğun kar yağışı nedeniyle insanlar kafalarını yerden kaldırmadan, birbirlerinin omuzlarına çarpa çarpa hızlı yürüyorlar. Bu yoğun ilerleyiş arasında bir kişi göze çarpıyor, o da köşe başında simsiyah giyinmiş ve etrafa donuk gözlerle bakan bir genç . Sanki kar yağmıyormuş da güneşli bir günmüş gibi dimdik bir şekilde orada durmuştu. Yanından geçen insanlar, sanki bir deliymiş gibi göz ucuyla gence bakıp hızlıca gidiyorlar. Saatler böylece geçip gitti ama genç olduğu yerden kıpırdamadı. Gece tam on ikiyi vurduğunda gencin gözleri tek bir nokta da kaldı. Kar yağışı durmuştu ve etraf daha iyi gözüküyordu. Genç çocuğun daha fazla beklemesine gerek kalmamıştı çünkü sevdiği kadın elindeki bavul ile aceleyle ona doğru koşuyordu. Bekledikleri an gelmişti. Genç adam kollarını iki yana açarak sevgilisinin ona sarılmasını bekledi. Genç kadının gözlerinde korku ve endişeyle karışık bir heyecan vardı. Kısa bir süre karanlıkta gizlenmiş genç adama baktı. Yüzünde ki korku ve endişe tamamen gitmişti. İşte o zaman anlamıştı nerede olduğu önemli değil genç adam yanındayken korkması için hiçbir neden yoktu. Ardından bavulunu bırakıp kollarını genç adamın boynuna sarıldı. Ayrılmamak için söz vermişlerdi ve artık bu sözü tutmanın vakti gelmişti. Genç kadın titreyen sesiyle konuşmaya başladı ''Sonunda! Sonunda kurtuluyoruz.'' ''Evet sevgilim ama sana son kez soruyorum emin misin? Bu çok tehlikeli olabilir. Gittiğimiz yerde hiçbir zaman güvende olamayacağız. Ailen ya da seni evlendirmek istedikleri adamın ailesi, seni bulmak için her zaman zaman peşimize adam yollayacaktır.'' Genç kadının yüzüne çok dikkatlice baktı. Küçük bir endişe ya da korku göremedi. '' Tamam öyleyse. Yaptığımız planı hatırlıyorsun değil mi? Trenin kalkmasına az kaldı. Acele etmeliyiz çünkü bundan sonra ne olursa olsun asla ayrılmayacağız.''

Genç kadın sevgilisinin koluna sarılarak yürümeye başladı. Trenin kalkmasına 5 dakika kala ulaşmışlardı. Bu gecenin son seferi olacağı için etraf tenhaydı. Artık trene ulaşmalarına bir metre kalmışken tam yanlarından bir kurşun geçti. Şans eseri ıskalamış olmasına rağmen genç kadının sendeleyip yere düşmesine neden olmuştu. Genç adam korkuyla sevdiği kadına sarılıp iyi olduğunu anlayınca arkasını döndü. Karşısında genç kızın abisini gördüğünde hiç şaşırmadı. Genç kadının abisi çok zeki bir insandı. Kardeşinin evlenmek istediği kişiyi onaylamayınca böyle bir şeyin olabileceğini düşünmüştü. O yüzden genç kadının hizmetçisine rüşvet vermiş ve kadının her hareketini izlemesini söylemişti. Anlaşılan hizmetçi genç kadının güvenini kazanmış böylelikle gençlerin planı ifşa olmuştu. İlk söze başlayan genç kadının abisi oldu ''Demek gerçekten de kaçmayı düşündünüz. Bunun olmayacağını bilmeniz gerekirdi. Nişanlını nasıl terk edersin. Bizi ailesine karşı küçük düşürdün. Hemen pes et ve yanıma gel. Yoksa sevdiğin adamı burada öldürürüm.'' Genç kadın, annesi gibi olmayacağına yemin etmişti. Annesi gerçek aşka inanıyor ve kızına ne olursa olsun sevdiği insanla olmasını tembih ediyordu. Annesi ölmeden önceki son sözleri bile kızının mutlu olmasıyla alakalıydı. Şimdi pes edemezdi asla. Sevdiği erkeğin gözlerine baktı. Aynı kararlılığı onda da gördü. Kalbinin atışı kulaklarındaydı. Bir saniye sonra ne olacağını bilmezken orada o an ölmeyi göze almaya karar verdi. Sevdiği erkeğin elini tutarak trene döndü. Sevdiği adam sanki bunu bekliyormuş gibi aynı çeviklikle bavulu eline alarak koşmaya başladı. Genç kadının abisi bağırdı ama durmadılar. Tetiği çekti ve birçok kez ateş etti ama geç kadın ve sevgilisi sanki her attıkları adımda mutluluğa ve özgürlüğe ulaşacaklarmış gibi arkalarına bakmadan koşuyorlar. Kurşunlar etraflarını sıyırırken tren hareket etmeye başlamıştı. Sonunda trene vardıklarında genç adam ilk önce sevdiği kadının trene binmesine yardım etti. Bavulu trene attıktan sonra trene atladı ama atlamasıyla yere düşmesi bir oldu. Kurşunlardan biri ona isabet etmişti. Tren artık hızla hareket ederken genç kadının abisinin duyduğu tek şey kardeşinin çığlığıydı ama abisi gülümsüyordu.

Kadın ne yapacağını şaşırmış halde sevgilisine bakıyor. Gözlerinden akan yaşlar görüşünü engellediği için bir yandan gözlerini silerken bir yandan sevdiği adama sesleniyordu. ''Lütfen aç gözlerini. Yalvarırım. Ben sensiz yaşayamam. Benim yüzümden. Bütün bunlar benim yüzümden. Lütfen affet beni.'' Sevdiği adama sarılmış bir vaziyette ağlarken genç adam derin bir nefes aldı. Kendine gelmişti. ''Öhö öhö. Sevgilim henüz ölmedim korkma.'' ''Sen yaşıyorsun, ölmedin.'' ''Seni şapşal elbette ölmedim. Sadece omzumdan vuruldum ama düştüğümde kafamı vurdum sanırım o yüzden bayılmışım.'' Genç kadın o kadar çok korkmuştu ki neresinden vurulduğunu bile anlamamıştı. Genç adamı tahtaya yasladı ve yarasına baktı kurşun sıyırmış. Silah kullanmakta çok iyi olan abisinin ikisini de ıskalamasına şaşırmıştı. Sanki öldürmek için değil de uyarmak için ateş etmişti. Genç adam ''Abinin iyi bir atıcı olmasına rağmen nasıl cesaret ettin arkanı dönmeye. Çok korkuttun beni. Şuan ölmüş olabilirdin.'' ''Bilmiyorum sevgilim. Abimin gözlerine baktığımda sanki o an koşmam gerekiyormuş gibi hissettim. Abim bizi bilerek bırakmış olabilir mi? '' ''Bilmiyorum sevgilim, bilmiyorum.'' Genç kadın saçına bağladığı lacivert kurdeleyi çözüp genç adamın yarılı koluna sararken genç adam acıdan yüzünü buruşturdu. Lacivert kurdele kanla kaplanırken genç kadın kurdeleye bakıp düşüncelere daldı. O günden sonra her gün lacivert kurdelesine baktığında abisinin silah doğrultmasına rağmen, bakışlarındaki sıcaklığı hatırlıyordu genç kız.

Üçüncü Şahıs'a eklenmiştir.


16. Bölüm 

Kelimeler: Su, Oyuncak,  Pembe,  Sofra, Sıcak


Mücahidem Şehide-i Cahide 

Zeynep, boncuk gibi gözlerini hiç kırpmadan torbaları yerleştirenlere bakıyordu. Oturduğu bir torba kömürün üzerinde kollarını dirseklerine yaslamış, yüzünü de avuçlarının içine almıştı. Merakla seyrediyordu.

Elif babaanne sıkı sıkı tembihlemişti. Teslimat için gelenlerin 1 saat kadar bile işleri olmasa da ikram yapılacaktı. Evin genç kızı, babaannesi ile aynı ismi taşıyordu. Elif elinde ki tepsiyle çayları getirdi.

"Niye zahmet ettiniz yavrum?"

"Ne zahmeti, afiyet olsun."

Muammer Bey şofördü. Mustafa ile Serkan ise malları boşaltıyorlardı. Serkan, gözlerini Elif'ten alamadığı için arada Mustafa tarafından ensesine bir şaplak yiyordu.

Torbalar bahçede gösterilen bir köşeye yerleştirildi. Üzerine mavi muşamba da serip işlerini bitirmişlerdi. Akide şekerleri ile çaylarını içip teşekkür ettiler. Müsaade isteyip ayrıldılar.

Sümeyra Hanım mütebessim idi. Hasan Bey, terfi almış ve işleri düzene sokmuşlardı. Kış gelmişti. Havalar soğumuştu. Daha kar tutmasa da yakında başlardı. Yakacak ne odunları ne de kömürleri vardı.

Geçen ay maaşlarını alamamışlar ve borç ile geçinmişlerdi. Taşeron işçi böyleydi işte. Kadrolu gibi değillerdi. En ufak hatada suçlu her zaman işçiydi. 

Akşam yemeklerini pişirirken keyfi yerinde idi. Ancak akşam her zamanki saatinde gelmemişti Hasan Bey. Mesaiye kaldığını düşünerek yemek için beklemediler. Sofrayı kurdular.

Sobaları geçen haftadan beri kurulu olsa da idareli yakıyorlardı. Akşam yemeğinden sonra bir heves çoluk çocuk sobayı yakmak istemişlerdi.

Mehmet ile Sümeyra Hanım dışarıdan kömür alıp geldiler. Torbaları devletin verdiği torbalardan biraz farklı olması Sümeyra Hanımın tuhafına kaçmıştı ki sonunda anladı.

Ateşe attığı kömürler pof diye patlayarak etrafa saçılıyordu. Kaçak yıkanmamış kömürlerdi bunlar. Üzerinde ki yağı alınmamış kömürlerin kokusu hiç hoş değildi. İsi de çok fazla idi. Gözleri dolarken gülümsedi.

Çocuklar oldukça korkmuş ve çekinmişti. İlk defa böyle kömür görüyordular. Elif Hanım ise gülümseyerek herkese Hayırlı Geceler dilemiş ve yatmıştı. Akşama doğru dışarıda resmen fırtına kopuyordu. Lodos rüzgarları esmeye başlamıştı.

Cam kenarlarını ve kapı boşluklarını iyice örterken bezler sıkıştırdı rüzgar giren her yere. Cayır cayır yanan sobaya bir süre sonra çocuklar alışmıştılar. Yatakları serip herkesi yatırdıktan sonra Sümeyra Hanım beklemeye başladı Beyini. Hala daha gelmemişti.

Çilek gibi sapsarı olan saçları ile kendisine benzeyen Zeynep’e baktı Sümeyra Hanım. Büyüyünce çok güzel bir kız olacaktı. Akıllıydı. Her şeyi çok çabuk kavrıyordu.

Mehmet. Bakışları ile ben buradayım diyordu herkese. Çok zekiydi. Okursa büyük adam olabilirdi, babası okutabilirse. Güzel çehresi ile ileride yakışıklı bir adam olacağı belliydi.

Ah, nur yüzlü Elif. Annesinin dostu Elif. İsmi gibi dimdik duran Elif. Ela gözleri ve kahverengi saçları ile babasına benziyordu. Hafif bir tebessümüyle bile ortaya çıkan gamzeleri, güzelliğine güzellik katıyordu. Yakında evlenme çağı gelecekti. Çeyiz yapmaları lazımdı.

Maddi sıkışıklıklarına rağmen huzur doluydu yuvaları. İçerinin is dolması ona normal gelmişti. Lodostan dolayı baca, dışarıya atamadığı dumanı yavaşça içeri giriyordu. 

Sümeyra Hanım'a bir ağırlık çökerken herkesin uyuduğundan emin olarak danesini açtı. Sapsarı saçları omuzlarından kalçalarına kadar dökülürken ayağa kalktı. Diğer odadan aldığı tatlı bir elbise ile banyoya ilerledi. Eşini bugün güzel karşılamak istiyordu. 

Banyoya tam girecek iken geri döndü. Sobayı daha da harlamak için yere yakın olan kapağı açtı. İçine attığı kaçak kömürlerden sonra kapağı ittirdi. Patlayan kaçak kömürleri unutmuştu. 

Evdeki kapıları kapatıp odanın sıcak olmasını sağladıktan sonra banyoya ilerledi. Çok soğuktu. Aynada masmavi gözlerine baktı. Bembeyaz teni ve sarı saçları ona güzelliğini hatırlatırken, gözaltı kararmalarına baktı. Yavaşça kırışan cildi artık yaşının ilerlediği, gençliğini geriye bıraktığının alametiydi. 

Şofbeni çalıştırmayı denemek istedi. Bir kaç cızırtıdan sonra çalışınca mutlu olmuştu. Kabloyu tutan çivi düşünce hızla uzun kabloyu arkaya sıkıştırdı. 

Küvete su doldurup içlik ile beraber içine girdi. Biraz öksürürken tıkandığını hissetti. Evde garip bir duman mı vardı rahatsız edici?

*******

Hasan Ali oldukça mutluydu arkadaşının arabası ile eve dönerken. Keyifli muhabbetlerini dışarıdan gören herkes anlayabilirdi. Gözlerinin içi gülüyordu.

Sonunda senelerce çalışmasının meyvesini almıştı. Aldığı hem kadrolu çalışan olmuştu hem de ikramiye maaşı almıştı. Eve haberdar edememişti ama kadrolu çalışan olduğu için mutluluğundan mesaiye kalmıştı. Ardından arkadaşları ile kıraathane de oturmuştu.

Çok yakın dostu Hakan ile buluşmuşlar ve geç saatlere kadar beraber takılmışlardı. Hasan ile beraber alışveriş yapmışlardı. Bugün olanları anlatınca arkadaşı çocuklara hediye almıştı.

Zeynep bayramlık pembe elbisesini görünce çok mutlu olacaktı. Hasan o kadar mutluydu ki uzun süre sevinç göz yaşları dökerek Rabbine Şükretmişti.

Uzaktan duyulan siren sesleri ile muhabbetleri duraksadı,

"Yine bir yerde yangın çıktı herhalde."

"Allah Korusun. Cana geleceğine mala gelsin."

"Amin amin. İnşallah kimseye bir şey olmamıştır."

Küçük taksi tip araba mahalle aralarına girmeye başlarken Hasan'ın içine kurt düşmüştü. Nedensizce kalbini saran korku ile oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı.

"Hasan, sizin mahallede çıkmış galiba..." diye sözünü devam edecekti ki Hasan'ın gözlerinin korkuyla açıldığını gördü. Mahallelerine vardıkları zaman Hasan dehşet içinde kendini arabadan dışarı attı.

Evinin bulunduğu yerde ateş vardı. Bir çok ateş. Ateş... Yanıyordu! Bahçe alevler içerisinde kalmıştı. Yangın sadece kendi evlerinde değil yanda ki evlere de sıçramıştı. Gece kondu mahallesinde bütün insanlar sokağa dökülmüştü. 

Yangın bir evden diğer eve sıçrarken insanlar çığlık atıyordu. Hasan birden kendini ileri atıp eve koşmaya çalıştı. Kendisine engel olan Hakan onu zapt edemedi.

Sabaha karşı söndürülebilen yangın sonrası etraf sakinlemişti. Gelip giden ambulanslar sonrasın da mahallelinin çoğu hastanedeydi.

Muhabirler sabah haberlerinden önce haber alabilmek için yaraları taze olan insanları, doktorları, itfaiye görevlilerinin peşlerinde koşuyorlardı. Haberler çıktığında büyük bir manşet vardı.

"Hayatta Kalan Zeynep Çocuk (5)"

"İlk sobadan zehirlendiği düşünülen ailenin sonradan yangına maruz kaldılar. Aileden tek sağ kurtulan 5 yaşında ki küçük kız Zeynep"

"Duvar kenarında bulunan küçük kız, duvara yaslanarak camdan...."

*******

Ben çok küçükken ablam bir gün elinde küçücük bir kız ile çıkageldi. Bütün aile fertlerinin sobadan zehirlendiği ve sebebi hala bilinemeyen bir yangın çıktığı...


İsim - Detay tam vermek istemesem de gerçek bir hayat hikayesinden esinlenerek bir kurgu yazmaya çalıştım. Gerçeğe bağlı kalmadan tamamen kurgu yazmaya çalışmak zor oldu benim için. Hele de TR yazmak ilginç oldu. Ve şunu anladım ben Dram yazamam. Yazarken çok takıldım, zorlandım. Kendi kendime etkilendim ve daraldım sahiden. Kısa tutmaya çalıştım ama pek becerebildiğimi sanmıyorum. Oldukça acemice yazdım. Yazmak için yazmak oldu sanki ~ Bir daha ki sefere inşallah daha güzel yazacağım.


Hanife 

 Son günlerde olduğu gibi yine kızının ağlamasıyla uyandı genç kadın. Kızının odasına gittiğinde kızını, annesinin kucağında gördü ve gözyaşlarını tutamadı. Annesinin yanına oturup ona sarıldı. “Anne sen olmasan ben ne yapardım.’’ “Deme öyle kızım 7 yıl geçti. Sana 7 yıl önce de demiştim bütün bunlar geçecek ve bak geçti. Yanında tatlımı tatlı bir kızın ve ben varım. Artık korkma ve hayatını yaşa ne olursa olsun ben senin yanında olacağım.’’ Büyükanne torununun tekrar uyduğunu görünce sessizce onu yatağına bırakıp kızına baktı. Kızı da ona gülümsedi. “Anne, hadi mutfağa geçip kızım uyanana kadar kahvaltıyı hazırlayalım.’’  yere düşen oyuncağı alıp kızının yanına koyduktan sonra birlikte mutfağa geçtiler. Aradan bir saat geçmeden küçük çocuk tekrar uyandı. Büyükanne torununu almaya giderken, kızı da çayları koydu. “Evet, prensesimiz de uyandığına göre artık kahvaltı yapabiliriz.’’ Büyük anne prensesi sandalyeye oturtup kendi yerine geçti. Genç kadın da kızına sıcak süt verip yerine oturdu. Sessizce yemeklerini yediler. Sonra büyükanne küçük kızı giydirmek için odaya çıktığında genç kadında sofrayı topladı. Bir müddet sonra kızı elinde tuttuğu resimle birlikte yanına koştu. “Anne, anne ben giyindim ne zaman babama gideceğiz.’’ Genç kadın arkasını dönüp kızına bakınca şaşırdı. “Hemen hazırlanıp çıkacağız ama anlaşılan prensesimiz yine pembe elbisesini giymek istemiş.’’ Büyük anne “Evet, öyle. Son zamanlar pembe, pembe diye tutturdu.’’ Genç kadın yere çömelip kızına baktı. “Prensesimiz neden babaya giderken hep pembe elbisesini giyiyor. Prensesimiz pembeyi çok mu seviyor.’’ Küçük çocuk biraz durdu, sonra gözleri doldu. “Hayır. Ben pembeyi sevmiyorum. Babam her gün rüyamda bana diyor ki ‘Prensesim, bugün de çok güzelsin. Pembe elbisen sana çok yakışıyor.’ Ama hemen sonra gidiyor. Peşinden koşuyorum, koşuyorum ama yetişemiyorum. O yüzden ne zaman babama gitsem bu elbiseyi giyeceğim’’ Genç kadın gözyaşlarını daha fazla tutamadı çünkü bugün kocasının yıldönümüydü. Kızıyla birlikte koltuğa oturup ona sarıldı. Üzülme kızım baban burada olsaydı seni çok severdi. Büyükanne de tekli koltuğa oturup onlara baktı sonra gözünden bir damla yaş aktı. Genç kadın annesine bakınca gözleri buluştu ve o an ikisi de geçmişe dalmıştı.

Henüz 20 yaşında dul kalmıştı. Çok sevdiği eşini hayatından koparan kişi ise yoldan geçen bir sarhoştu. Genç kadınının kocasına bir sürprizi vardı. Onun için çok mutlu bir gündü. Akşama doğru en sevdiği elbisesini giydi. Ardından çok güzel bir makyaj yaptı. Kocasının en sevdiği yemeklerden bir sofra hazırlamış, üzerine de iki tane mum koymuş ve eşinin işten dönmesini beklemeye başlamıştı. Dakikalar geçmişti ama eşi gelmiyordu. Tekrar saatine baktı. İşten çıkalı yarım saat olmuştu ama eşi ortalıkta yoktu. Biraz daha bekledikten sonra telefonu çaldı. Kadın telefonda kocasının aradığını görünce hemen açtı. “Merhaba. Ben XX hastanesinin doktoruyum. Eşiniz az önce hastaneye kaldırıldı. Lütfen buraya gelin.’’ Sanki kadının başından aşağıya soğuk su dökülmüş gibi titremeye başladı. Çantasını aldığı gibi dışarı çıktı. Bir yandan taksi bulmaya çalışırken bir yandan da dua etmeye başlamıştı. “Lütfen ona bir şey olmasın. Lütfen, lütfen, lütfen...’’

Hastaneye vardığında genç kadını otuzlu yaşlarda bir kadın doktor karşıladı. “Sizi telefondan arayan kişi bendim. Nasıl diyeceğimi bilmiyorum. Üzgünüm, kaybettik.’’ Kadının gözleri doldu ve boğazı düğümlendi. Nasıl, neden bile diyemeden olduğu yere düştü. Genç kadını hemen bir odaya taşıdılar. Kadın gözlerini açtığında neler olduğunu tekrar hatırladı ve tekrar ağlamaya başladı. Kadın doktor odaya elinde bir buket kırmızı gül ile girdi. “Kocan hastaneye geldiğinde elinde bu güller vardı. Elinden zorla alabildik. Sanırım bunları size getirecekti. Öğrendiğime göre çiçekçiden dönerken olay olmuş. Tekrar başınız sağ olsun.’’ Bunları duyan genç kadını tutamadılar etrafa yumruk atıp saçlarını yolmaya başladı. Kadın doktor, genç kadının ellerini tutup elindeki suyu ona uzatarak sessizce konuştu. “Beni dinle kızım, sana ilaç verip seni uyutabiliriz ama bebeğin olduğunu öğrendik. Onun için sakinleş, bu durum bebeğini de etkileyecek. Bu bebek çok sevdiğin kocanın da bebeği. Ona zarar vermek istemezsin değil mi?” Genç kadının yavaş yavaş aklı başına gelmeye başlamıştı. Karnına sarılıp sessizce ağladı. “Bebeğim, canım, baban gitti, bizi bırakıp gitti. Ne yapacağız şimdi biz. Nasıl anlatacağım sana.’’ Kadın doktor, genç kadının saçını okşadı. “Geçecek kızım, geçecek. Seni en iyi ben anlarım. Bunlarda geçecek. Hepsi geçecek.’’ Genç kadın tekrar uyudu. Biliyordu ki bu durumla sadece uyuyarak baş edebilirdi.

Aradan bir gün geçince kadın doktor, genç kadının ailesine ulaştı ve durumu anlatıp, hastaneye çağırdı. Genç kadın gözlerini açtığında bu sefer ailesini gördü. Annesi, babası ve kardeşi. Hepsi üzülmüştü ama onlar için daha üzücü olan şey ise kızlarının hamile olmasıydı. Kadın doktor odada sadece annenin kalmasını söyledi. Genç kadının babası ve kardeşi dışarı çıktı. Genç kadının annesi konuya nasıl başlayacağını bilmiyordu. Biraz bekledikten sonra genç kadının elini tutarak konuşmaya başladı. “Kızım doktordan öğrendiğim kadarıyla hamileymişsin.’’ Genç kadın ilk önce annesinin gözlerine baktı ve gözlerindeki telaşı ve endişeyi gördü. Sesi titreyerek kafasını salladı. ‘’ Baban seni alıp eve getirecek ama ondan önce bu bebeği aldırmanı istiyor. Daha 20 yaşın…’’ Genç kadın birden elini çekerek annesinin sözünü yarıda kesti. ‘’ HAYIR, ASLA. Bana bunu nasıl söylersin. Eşim gitti bebeğimin de mi gitmesini istiyorsun. Bu dediğin asla olmaz.’’ Genç kadınla beraber kadın doktorda şok geçirmişti. İkisi de anneye bakıyor ve ne dediğini anlamaya çalışıyorlardı. Anne tekrar konuştu. “Kızım, baban seni böyle kabul etmeyeceğini söylüyor. Kocanı severdi ama tek başına bu bebeğe bakamayacağını biliyor. Hem kocanın ailesi de yok biliyorsun. Baban da olmasa daha doğmamış çocukla ne yaparsın. Sonsuza kadar yanımızda kalamazsın. Elbet bir gün tekrar evleneceksin. Bu bebekle seni kim kabul edecek.’’ Genç kadın, annesinin dediklerini duydukça daha çok öfkelenmeye başladı. Eşinin ailesini bir yıl önce trafik kazasında kaybetmişlerdi. Biliyordu ki şimdi yaşıyor olsaydılar ona sahip çıkarlardı. Genç kadın 18 yıllık yaşantısında ailesinden görmediği sevgiyi, evlendikten sonra eşinin ailesinden görmüştü.

Kendi kızları olmadığı için gelinini kendi kızı gibi severdiler ama şimdi ne onlar ne de eşi vardı. Eşini kaybedeli daha bir gün olmuştu ve ailesini ona destek olacağına, daha şimdiden gelecek planları kurmaya başlamışlardı. Bu gelecekte bebeği yoktu. Bunu düşünmeye bile ihtiyacı yok. Cevabı belliydi. Belliydi belli olmasına da bundan sonra ne olacaktı. Bebeğine nasıl bakacaktı bilmiyordu. Sonra kadın doktorun yüzüne baktı ve ondaki endişeyi de gördü. Ama bu endişe annesininkine benzemiyordu. Sanki gözleriyle yapma diyordu. Genç kadın sıcacık gülümsedi ve annesine döndü. “Ben bunu senden beklemezdim anne. Sende bir annesinin ve bunu bana senin söylemen gerekirdi. Bir anne ASLA çocuklarını geride bırakmaz. Şimdi babamı ve kardeşimi de al ve buradan git!” Kadın doktor. “Duydun kızının dediklerini. Kızın, bebeği aldırmıyor. Sen tek başına ne yapabilirsin diyorsun ya işte ben buradayım. Gerekirse senin yapamadığın anneliği ben yapabilirim. Bu kızın dinlenmeye ihtiyacı var daha çok sıkıntıya değil. Şimdi dışarı çık.” Genç kadının annesi neye uğradığını şaşırdı. Sinirle odadan çıkıp gitti. Genç kadın ise doktorun yüzüne baktı. Hem mutluydu hem de şaşkın.

Kadın doktor, yatağın kenarına oturup genç kadının elini tuttu. “Doğru karar verdiğini biliyorum çünkü bende böyle bir durum yaşadım. Çok zor ve acı bir tecrübe. 2 Yıllık evliydim. Daha 28 yaşındaydım ve 6 aylık bir kız bebeğine hamileydim. Eşimle birlikte hastaneye, kontrole gidiyorduk ve bir araba kazası geçirdik. Eşimi ve kızımı o kazada kaybettim. Daha sonra benim de ailem geldi. Onlarla eve döndüm ama aradan bir yıl geçmeden beni evlendirmek istediler. Çocuğum olmadığını için şanslı olduğumu söylediler. Tabi bende bunları duyunca sinirlendim ve hemen evi terk ettim. Başka bir hastaneye nakil isteyip oradan uzaklaştım ve şimdi gördüğün gibi buradayım ve tek başımayım. Aradan 10 yıl geçti. Gördüğün gibi benim hayat da böyle. O günden beri de hayatıma kimseyi almadım. Nasıl geçiniriz diye korkma. Allah’a şükür halim vaktim yerinde. İkinize de bakacak gücüm var. İster bana anne de, ister abla de ama ben hem sana annelik yapabilirim hem de bebeğine anneannelik yapabilirim. Benimle yaşamak ister misin?” Genç kadın gözyaşlarına hakim olamıyor, bir yandan ağlıyor bir yandan da kadın doktora sarılıyordu. “Ben ne diyeceğimi bilmiyorum. Teşekkür ederim. Teşekkür ederim beni ve bebeğimi kurtardığın için.” Genç kadın da kadın doktor da biliyordu ki ikisinin karşısına bir şans daha çıkmıştı.                                                                SON

Her zaman ki gibi yine farklı bir şey yazarken bambaşka bir şeye çevirdim. Biraz aşk olsun demiştim ama yazarken kendime engel olamadım, bir baktım olaylar gidiyor. Sonunda anneliği ön plana çıkarmışım umarım beğenirsiniz.


Şenay

Derya, parkta oyuncaklarıyla oynayan pembe kıyafetli küçük kıza gülümseyerek bakıyordu. Arada telefonundan saatini kontrol ediyor. Zaman yaklaştıkça sıcak basıyor, panik yapıyordu. 4 yıldır görüşmemişlerdi. Arkadaşı geri döndüğünü söylemiş, aracı olup buluşmalarını sağlamıştı. Onunla boşandıktan sonra kendisi de başka bir şehre taşınmış, bir yıl önce aldığı iş teklifi ile geri dönmüştü. Zaman su gibi akıyor, her şey daha iyiye gidiyordu ama onun geri dönüşü içindeki acıyı, öfkeyi alevlendirmişti. 

“Gecikmedim değil mi?” diyen sesle kendine geldi Derya. Gelmişti... Görmek istemediği gülüş, bakış ve bu ses kalbine bir hançer gibi saplanıyordu. 

“Önemli değil. Bende çocuğu parka getirmiştim.” Dedi küçük kızı işaret ederek. Adam küçük kızı görünce içinde bir sızı oluştu. Onun için geri dönmüştü ama geç kalmıştı galiba. Ortak arkadaşları evlendiğini söylememişti. Söze nereden başlayacağını bilemese de onunla yıllar sonra yeniden buluşup böyle ayrılmak istemiyordu. 

“Nasılsın? Allah bağışlasın, yeniden evlendiğini söylememişti İclal.” dedi adam küçük kıza bakarak. Derya şaşkınlıkla adama baktı. Nereden çıkarmıştı ki yeniden evlendiğini... “Ben bir daha evlenmedim.” dedi adamın baktığı yere bakarak. “Sanırım yanlış anladın. Nilay benim kızım değil, ben onun bakıcısıyım.” dedi Derya. Adam duydukları ile gözleri parlayarak Derya’ya baktı. Derya ise adamın düşüncelerini okuyabiliyordu. Derya içindeki acıyı bastıramayarak, kalbindeki hançeri adama saplamaya karar verdi. “Ben bir daha kimseye güvenip evlenemem. Evlenmek de istemiyorum. Gece gündüz çalışıp hastanelik olduğum günlere dönmek istemiyorum. Evet sende çalışıyordun ama sana en çok ihtiyacım olduğu günler hiçbir yer de yoktun. Ben hamile olduğumu bile onu kaybettiğim gün öğrendim. Kalbimdeki bu acı, kin ve nefretle ne yeniden birine güvenebilirim ne de bir aile kurabilirim.” Dedi ve ayağa kalktı. Küçük kızın yanına gidip yerdeki oyuncakları topladı. Arkasına dahi bakmak istemiyordu Derya. Ne fark ederdi ki ona geri dönse. Onunla evliyken de yalnız hissediyordu kendini...


0 Comments:

Yorum Gönder