18. Bölüm 5 kelime

                            

Masa, Şirket, Hastane, Pencere, Sarılmak 


Mücahidem Şehide-i Cahide 

Klaket, vurur.

"Başla!"

"Çok güzel olmuşsun."

"Teşekkür ederim."

Yakasını düzelten takım elbiseli adam, gece mavisi elbiseli kıza ellerini uzattı.

"Kamera 3"

Jib kamera ayarlanırken, boom mikrofon birazcık daha yaklaştırılıp yükseltildi. 

Takım elbiseli aktrist, genç kadını kollarında döndürüp koluna yatırdı.

"Kamera 1, yaklaş!"

Dudaklarına bir öpücük verdi.

Direktörün işareti ile background karartıldı.

"Kestik!"

Klaket'in vurması ile birbirlerine sarmaş dolaş sarılan çift ayrıldı.  

"Soo-jin, al."

Genç kadının omuzlarına verilen şal ile çekim yerinden uzaklaşmaya başladı. Menajeri ile konuşurken ilerlediler.

"Çok çalıştınız ~"

"İyi iş çıkardınız ~"

"Min-kyu."

Soo-jin'in arkasından bakan adam ses ile kendine geldi,

"Ah, Efendim Dong-hyun?"

"Bugünluk Dream Moon çekimleri bitti."

Kendisine uzatılan suyu içerken sordu Min-kyu,

"Dövüş sahneleri?"

"Ah, onlar için ajans, prodüksiyon şirketi ile anlaşma yaptı. Soo-jin öyle sahneler de oynayamayacağı için dublör kullanılacak."

Kaşları şaşkınlıkla kalkan aktrist ima ile sordu,

"Neden oynayamayacak?"

Gözlerini deviren menajer Dong-hyun, burun kemerini sıkarken konuştu,

"Soo-jin'in sadece yüzü bile kaç bin won değerinde haberin var mı?

Ya o sahnelerden birisinde bir yerine zarar gelirse?"

"Min-kyu, itiraz etme. Ajans senin yerine de..."

Dong-hyun eline tutuşturulan bir şişe suya bakarken, Min-kyu hızla setten uzaklaşmaya başlamıştı. Karşılaştığı operatörlerden birisini durdururdu hemen.

"Bir sonraki set nerede?"

"Efendim?"

"Sahne 92, dublörler ile olan sahne! Nerede çekilecek?"

"Dynamic Kulesi..."

Min-kyu hızla giderken teşekkür bile etmedi.

"Delirdi mi bu? Çılgın herif!"

Bu sırada Dynamic Kulesinin en üst katında set kuruluyordu.

"Hae Eun-ji"

Yemyeşil gözler, kendisine seslenen kişiye döndü.

"Burdayım."

Yönetmen, Eun-ji'ye breakdown'dan bir kaç yere kalemi ile vurarak gösterdi.

"Ye-jun ile Ha-rin öpüştükten sonra Ye-jun dayanamayıp Ha-rin'i kucaklayarak masaya oturtuyor. Ye-jun'un kalçalarını kavramasından rahatsızlık duyan Ha-rin yüz ifadesine yansıtmamaya çalışsa da gözlerinden belli oluyor."

Eun-ji, kafasını sallayarak onaylarken Yönetmen Kim'i dinlemeye devam etti.

"Ye-jun işi ilerleteceği sırada telefon araması gelir ve odadan çıkar."

O sırada oyuncu direktörü soluk soluğa gelirken sözleri yarıda kaldı.

"Efendim, set hazır ama Direktör Yeon ve ekibi daha gelmedi. Trafiğe yakalanmışlar. Kıyafetler de..."

Yönetmen Kim yüzünü sıvazlarken Eun-ji konuştu.

"Efendim, ekipmanlar gelene kadar diğer sahneyi çekebiliriz. Ben ve diğerleri hazır."

Yönetmen Kim kafası ile onaylarken bağırdı,

"Sahne 92 için hazırlanın!"

Eun-ji hazırlanırken bir yandan makyöz etrafında pervane gibi dönüyordu.

Simsiyah saçları yukarıdan toplanırken bir erkek yanına yaklaştı,

"Başaracağına inanıyorum."

Eun-ji gülümsedi.

"Sung-min Sunbae, merak etme."

"Neden greenbox kullanmadıklarını hala anlamıyorum."

"Biliyorsun bu dizi için yatırım oldukça büyüktü. Haricen gerçekçilik isteyen kişiler onlardı. Yönetmen bile itiraz edemedi."

"Her sahne için tüm ekipmanı ve oyuncuları taşımak. Bizleri resmen oradan oraya sürüklüyorlar!"

Araya karışan başka bir kişi konuştu.

"Bundan itiraz etmesi gereken prodüksiyon ekibinin çıtı çıkmazken sizin söylenmeniz oldukça ironik."

Kamera operatör asistanı alaycı bir şekilde güldü.

"Sahne hazır."

Sung-min, Eun-ji'ye bakarak konuştu ayrılmadan önce.

"Min-kyu'nun haberi var mı?"

Makyöz işinin bittiğini belirterek ayrılırken hazırlanması bitmişti Eun-ji'nin. Şu an aynı Ha-rin olmuştu. Yok hayır. Aynı Soo-jin'nin tıpkısının aynısı olmuştu."

"Ona söylemedim. İzin vermezdi."

"Sen iyi misin? Min-kyu çok kızacak! Sana en ufak bir şey olursa..."

"Sunbae, gitmeliyim."

Eun-ji, kapının kapatılması ile soyunan Ha-rin'in sahnesini atlamak zorunda kaldı. Kıyafet yoktu. Direk elbise çıkarıldıktan sonra ki sahne ile devam edecekti.

Klaket, vurur.

"Başla!"

Ha-rin, siyah straplez sütyen ve baksırı ile masanın yanından ilerledi. Boydan boya kaplı olan cam da gözü pencereyi aradı. 

Sağ elini sütyeninin içine sokarak küçücük kulaklığı çıkardı. Ufak böceği kulağına yerleştirirken üstüne bastı.

Belli belirsiz kırmızı ışık yanarken kulağı sinyal sesi ile doldu.

"Kamera 2"

Yönetmen Kim, prodüksiyonu yönlendirirken Ha-rin mimikleri ve yüz ifadesi ile oldukça iyi bir performans sergiliyordu.

"Tilki hazır."

Kameraların dışından condenser mikrafonun önünde konuştu bir adam.

"Artık Kurt olma zamanı Ha-rin."

Eun-ji sanki kulaklıktan ses gelir gibi hareket etti. Ha-rin olarak, yüzünü sabır dilercesine buruşturdu. Gözlerini kapatıp açtı.

"Young-ho, gevezeliği kes ve nerede olduğunu söyle."

"Masanın alt tarafına bak. Sol alt köşeye koydum."

Büyük çantayı bulup açtı.

"Ne kadar zamanım var?"

"36 dakikan kaldı."

Ayağında ki siyah topukluları hızla çıkarırken agresif tabanlı spor ayakkabıları giydi. Sıkıca bağladıktan sonra bağcıkları çantadan kemerleri çıkardı.

Kemeri beline sabitleyerek sıkılığını ayarladı. İpi gerirken uzunluğu da ayarladıktan sonra çıkarttığı bandana ile kafasını sardı.

"Ciddi misin? Emniyet aleti..?"

"Acemi değilsin Tilki ama ne olur ne olmaz diye."

Auto-block ile sabitlerken kemerini büyük pencereyi açtı.

Yönetmen Kim bir yandan shoulder mount kamera ile steadicam kamera aralarında geçişleri sağlıyordu. Ses direktörü arkadan müzik seslerini çalarken Eun-ji heyecanlandı.

Dublör olarak buna oldukça alışkındı ama asla gerçek hayatta kocaman bir binada bunu yapmamıştı.

"İpi attım."

Ha-rin olarak sarkan ipi alarak diğer ip ile sabitledi. ATC takarken auto-block sıkılaştırdı.

Cine jib kamera diğer camdan dışarı çıkarılmış iken dışarı da başka bir kamera itfaiye arabasının en tepesinde idi. Dışarıda rüzgar olmaması lazımdı. Ama yüksekte oldukları için esiyordu.

"Drone ile seni takip edeceğim."

Ha-rin kafasını kaldırıp uçan drone bakıp gülümsedi.

Camdan aşağı kendini atarken cama doğru yapıştı. Bileğine sardığı ipi gevşetirken iki ipi ellerinde döndürdü.

İlk yavaş tırmanırken yavaştan hızlandı. 

"Eun-ji."

Eun-ji bir an şaşırdı. Oyuncak sandığı kulaklık gerçekmiş. Çaktırmadan rolüne devam etti, gökdelene yakın bir uzunlukta olan binayı tırmanırken.

"Eun-ji seni öldüreceğim."

Bu.. Min-kyu?

Arkadan başka bir ses geldi. Sung-min.

"Ambulanslar aşağıda bekliyor merak etme. Herhangi bir durumda direk hast...."

"Ölmene asla izin vermem!"

Yüzüne bir gülümseme yayılırken katları geçti. İşaretli pencereye yaklaşırken itfaiyenin tepesinde olan steadicam kameraman da onu takip ediyordu.

Açık pencere den içeri girerken iplerden birisini gevşetip diğer ipi açarak emniyeti gevşetti ve içeri takla atarak girdi.

Bir dizi ve elleri yerde iken ayağa kalktı.

Klaket, vurur.

"Kestik!"

Karşısında ki set ekibin hepsi ayakta onu alkışlarken birden birisi sarıldı koşarak.

"Eun-ji, seni salak!!"

Eun-ji gülümserken, Min-kyu'ya sarıldı.

Arkadan birisi bağırdı,

"Hae Eun-ji, Hae Min-kyu! Çok tatlısınızz!"

İkisi de gülümseyerek birbirlerine sarılırlarken Min-kyu birden çekildi.

"Karıcığımın bedenini herkes görmemeli."

Sırtında ki ceketini çıkarıp üstünü örttü. İki eli ile avcuna aldığı küçük yüze baktı. Ufak dudaklara, dudaklarını yapıştırdım ondan içinde yükselen o alev her zaman aynı kalacaktı.


İclal

“Hey sen, olduğun yerde kal!”

Arkamdan bağırma seslerine rağmen koşmaya devam ediyordum. Durmamam lazımdı. Eğer bir anlık dikkatsizlik yaparsam bu sonum olurdu. Bunların hepsi nasıl başladığını kısaca anlatmam gerekirse sabah uyandığımda da hastanedeydim. Nasıl geldiğimi ve neden burada oldugu mu bilmiyordum. Kafamda uğultular vardı.

" Kaç, kaç, KAÇ!!! ”

Kimden, neyden ve ne için kaçmam gerekiyordu. Sonra büyük bir baş ağrısıyla son anlarımı hatırladım. Bana doğru gelen ellerinde silah 3 adam ve benim sıkıca elimde tuttuğum kitap. Pencereden atlamam ve kitabı gizledikten sonra kaçarken sıkılan kurşun sonucu yaralanıp bayılmıştım.

“ Lanet olsun. Lanet olsun. Nasıl olur hemen buradan çıkmam lazım.  “

Şükür odada kimse yoktu ama eminim kapıyı tutan adamları vardır. Nasıl kaçacağını düşünürken rüzgar esintisiyle kendime geldim.

“Evet neden olmasın bu bir fırsat...“

Masada duran deftere son notumu da yazıp cama ilerlemeye başladım. Beni çok hafife almışlardı. Ufak bir hesaplamadan sonra hızlıca camdan diğer odaya geçip bir alt kata inmiştim. En sonunda ayaklarım yere basınca hızlıca ilerlemeye başladım. Kitabı sakladığım yerden alıp gizli sığınağa gitmem gerekiyordu yoksa yaptığım bütün fedakarlıklar boşa gidecekti. Hızlı adımlarla ilerlerken çok dikkat çektiğinin farkına vardım. Hemen bir en yakında bulunan mağazadan ihtiyacım olanları alıp çıktım. Kitabın bulduğu yere çok uzak değildim. Bir süre ilerledikten sonra kitabı bulup aldım. Arkamdan gelen ayak seslerini duyunca bir ağacın arkasına saklandım. Sesler gittikçe yaklaşıyordu.

“ Ela, ela neredesin? Sana yardim etmeye geldim. ” 

Metehan’ın rahatlatıcı sesini duyunca olduğum yerden yavaşça çıktım. Koşarak sarıldım. 

“ Çok korktum beni bulamayacaksın diye sonunda geldin. “

“ Güzelim, neler oluyor? Neden seni takip ediyorlar? “

“ Bilmiyorum. BİLMİYORUM. Kitabi bana verdiğin için korumaya çalışıyordum ama beni vurdular. ”

“ Tamam bir tanem, hiç merak etme seni koruyacağım. Önce buradan uzaklaşalım. ”

Arabaya binip sığınağa yani evime gitmeye başladık. Az kalmıştı sonunda her şey son buluyordu. Eve ulaştığımız zaman apartmana girdik. Yavaşça dönüp 

“ Üzgünüm böyle olmasını bende istemezdim. Ama her şey buraya kadardı. Hoşça kal” 

Bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Silahı tam kalbine doğrultup tetiği çektim. Son yapmam gerek görevi de tamamlamıştım. Sonunda yer altının veliaht prensinden kurtulmuştum. Saf aşık numaram sayesinde benden şüphe etmeden onu yok etmiştim. Kitabın içinden çıkardım flaşı bilgisayara takip şirket bilgilerini kara borsaya yüklemeye başladım. Sonunda herkes istediğini almıştı.


Hanife                                                                                         Onunla ilk karşılaşmamız olağanüstüydü. Henüz 26 yaşındaydım ama babamın bana bıraktığı şirketin yüküyle gençliğimi yaşayamadan olgunlaşmak zorunda kalmıştım. Her gün olduğu gibi yine günün ilk toplantısıydı ve ben çok sıkılıyordum. Elbette her ne kadar işkolik bir insan olsam da benim de sıkıldığım zamanlar oluyor. Masanın başında oturmuş, yapılan sunuma bakıyordum. Bugün ki ruh halimden mi yoksa sunumun çok sıkıcı olmasından mı kaynaklı bilmiyorum ama bir türlü konsantre olamıyordum. Sunum devam ederken oturduğum koltuktan kalkıp pencereden bakmak için birkaç adım attım. Hava oldukça güzeldi ama benim içimde ki sıkıntı bir türlü geçmiyordu. İleride ki şirketlere baktıkça içim daha da daraldı. Sunumu yapan yardımcım içimdeki sıkıntıyı anlamış gibi sessizleşti. Sırtımdaki bakışları hissedebiliyorum ama hiç arkama dönmek istemiyordum sanki pencerenin ötesindeki bir şey beni çekiyordu. Arkamı dönmeden toplantının bitmiş olduğunu  ve gidebileceklerini söyledim. Artık ayak seslerini duymadığımda odanın boş olduğunu anladım.

Pencereden biraz daha baktıktan sonra gitmeyi düşünüyordum ki olduğum yerde kalakaldım. Kalp atışım hızlanmış ve gözlerim tek bir noktaya kitlendi. Yaya geçidinden geçmek için bekleyen bir genç kız ama nasıl bir kız. Saçları beline kadar açık ve gür. Giydiği mini elbise, beyaz tenine o kadar güzel uyuyordu ki sanki elbiseyle bir bütün gibi ya da sanki bir tablonun içindeymişcesine asil gözüküyordu. Ona bakmak içimi ferahlatıyor sanki kimsenin olmadığı bir kırda gökyüzüne bakıyormuşcasına sakin ve hayat dolu. Yayalar için yeşil ışık yandığında genç kız da karşıya geçmek için hareketlenmiş, bense gözlerimi ondan ayırmıyordum. Daha iyi görebilmek için pencereyi açıp kendimi biraz sarkıttımamla yardımcımın kolumdan tutup beni geri çektiğini farkettim. Herkesin dışarı çıktığını sanıyordum. Lakin yardımcım bendeki tuhaflığı farkedip yanımda kalmış. Korkuyla pencereden baktım. O kızı kabettiğimi düşünmüştüm. Birkaç saniye etrafı aradıktan sonra genç kızın bizim şirkete girdiğini gördüm. O anki mutluluğumu inanın ki anlatamam. Onu görebilmek için bir şansım daha olduğunu anladım. Pencereyi bile kapatmadan uçarcasına odadan çıktım. Asansörün düğmesine birçok defa bastım bir türlü gelmek bilmiyordu. Asönsörü bırakıp merdivenlerden koşarak inerken yardımcım da peşime takılmıştı

Yanımdan geçenler kenara çekilip selam vermek için duruyorlardı ama benim durmak için zamanım yoktu. Arkamdan ‘’günaydın patron’’ diyen sesleri bırakıp daha da hızlandım. 5 katı nasıl indim hatırlamıyorum bile ama giriş katına inip, resepsiyonla konuşan genç kızı gördüğümde zamanla birlikte nefesimde durmuş gibi hissettim. O an aklıma gelen teş şey ‘’bu son görüşüm olabilir. Bir an önce ona ulaşmalıyım’’ Etrafımdaki insanların, özelliklede yardımcımın gözleri benim üzerimdeydi. Bunu hissediyordum ama  gözüm sadece onu görüyor ve adımlarım sadece ona doğru gidiyordu. Ona ulaşmaya birkaç adım kalmıştı lakin kendimi yerde yüzsüntü uzanmış buldum. Ben daha ayağa kalkamadan şirketimdeki insanlar etrafımda toplanmıştı bile. Yardımcım beni oturur pozisyona getirip hastaneye gitmemizi bağırırken, ben etrafa boş boş bakıyordum. Sessizce sus dedim ona. Etraftaki herkes sessizliğe gömülmüştü. Yardımcımın yardımıyla ayağa kaltım ve geriye kalan son birkaç adımı attım.

Karşımdaki kız bana şok geçirmiş gibi bakıyordu. Birkaç saniye sonra elimi uzatıp kendimi tanıttığımda  yanakları domatese dönmüş şekilde elimi sıktı. Daha ağzını açıp bana adını söyleyemeden yaşlı bir adam aramıza girip bana elini uzattı. Genç kıza o kadar odaklanmıştım ki yanında ki kişileri fark etmemiştim. Bakışlarında bir sinir vardı sanki. Yardımcım kulağıma eğildi ve anlaşma yapacağımız şirketin patronu olduğunu fısıldayınca ikinci bir şoku yaşadım. Hiç oyalanmadan elini sıkıp ‘’ Merhaba efendim beklediğimizden erken geldiniz. Taanıyamadım sizi özür dilerim.’’ Liseli halime dönmüşüm gibiydim. Olgunluğum bir anda gitmiş yerine sanki ilk defa aşık olmuş bir genç gelmişti. Aşıktan da öte bir deli gelmiş gibiydi. Gözümün başka hiçbir şeyi görmemesini başka türlü açıklayamazdım. Karşımdaki adam yüzüme daha dikkatli baktı ve elimi tutup kendisine çekerek sarıldı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan beni bırakıp konuşmaya başladı. ‘’Karşımda sanki babanın gençliği duruyor. Buraya gelirken babanla olan gençlik anılarımızı düşünüyor ve acaba oğlu nasıl biridir diye düşünüyordum ama karşımda bir kopyası olacağını düşünmemiştim.‘’ Büyük bir kahkaha atıp konuşmaya devam etti. ‘’Aşık olduğunuzda ki haliniz bile aynı. Biliyor musun annenle ilk tanışmalarını. Arkadaşlar olarak toplanmış konuşurken baban anneni gördü. Biz daha ne oldu soramadan koşarak annenin peşinden gitti. Sonra ne oldu dersin. Deli arabanın önüne atladı. Tabi eski anıları daha sonra konuşabiliriz."

‘’Babam bana sizden bahsetmişti ama sizinle tanışmak için bir şans olmamıştı. Babam  burada olsaydı sizi gördüğüne çok sevinirdi.’’ Üzgün gözlerle bir müddet birbirimize baktık sonra tekrar konuşmaya başladı. ‘’Baban seni gerçekten güzel büyütmüş bundan sonra da görünüşe göre devamlı konuşacağız o yüzden şimdi geliş nedenimi konuşalım. Babana bir sözüm vardı. Gençken kurduğumuz bir hayali gerçekleştirmek. Bunun için geç kaldığımı biliyorum ama babanla olan hayalimizi senle gerçekleştirmek istiyorum.’’ Ben onu dinliyordum ama gözlerim arkasında duran kıza kayıp duruyordu . ‘’Tabi nereden bilirdim deli oğlanın oğlu da deli oğlan olur. Kızıma bakmayı bırak da biraz iş konuşalım.’’ Sesinde ki  yükseliş beni bir anlığına titretip kendime gelmemi sağladı.

Aradan iki yıl geçti ve ben o gün ilk görüşte aşık olduğum kızla bir yıldır nişanlıyım. Bu vesileyle hem babalarımın hayalini gerçekleştirmiş hem de şirketleri birleştirdik. Babamla oturmuş kahve içerken telefonum çaldı. Arayan ise içimi huzurla dolduran nişanlımdı. Babama bakınca yüzündeki yorgun ama mutlu bakışları gördüm. ‘’Hadi hadi kızımı bekletme de git. İşler bir yere kaçmıyor. Sen kızımı bekletme. Bugün özel bir gün’’ Başımı sallayıp ayağa kalktım. Kapıdan çıkarken  telefonu açıp beş dakika sonra evin önünde olacağımı söyledim. Bugün gerçekten özel bir gün.  Çok özel bir randevuya çıkacağız, sonunda da hayatımın aşkına evlilik teklifimi yapacağım. Tabi bunun için iki sayfa not yazdım ama biliyorum ki onu gördüğümde bütün söyleyeceğim kelimeler aklımdan uçacak. Neden diye sorarsanız çünkü onu ilk gördüğüm andaki gibi heyecandan delirmiş gibi hissediyorum ve ona her yaklaştığım adımda heyecanım daha çok artıyor, aklıma bulutlar inmeye başlıyordu.


Kinder Çikolata

"Efendim, hastaneden aradılar, küçük bey buraya geliyormuş."

Peki anlamında elimi sallıyorum, kapı açıldığı gibi sesli bir şekilde  kapanıyor. 

Oğluma sarılma fikri bile beni rahatlatmamıştı. Ne kadar uğraşsam da masamdaki köstekli saati gördüğümden beri gerginliğimi atamıyorum, saat öğlen 12'yi bulmak üzere. 

 Yavaşça kalkıp pencereye yöneliyorum, maalesef manzara da gerginliğimi alamıyor, kolumdaki  saatime tekrar bakıyorum, son bir dakika.

 Kravatımı düzeltiyor, saçımı düzenleyip derin bir nefes alıp veriyorum.

 İşte gene başlıyoruz.

Gözlerimi kapatıp açmamla kendimi yine o heybetli toplantı salonunda buluyorum. Buraya defalarca kez getirilmiş olsam da hala bu duruma alışamadım.  

Refleks olarak etrafıma bakınıyorum. Tüm şirket başkanları burada, Avusturalya hariç. Olanları bilmeme rağmen  onun boş koltuğunu görünce içimi bir ürperti kaplıyor. Bu duyguyu masadaki herkesin hissettiğinden emin olsamda birisinin gözündeki parıltıyı kaçırmıyorum.

Ben bunları düşünürken odadaki büyük duvar saati çalışmaya başlıyor."tik tak tik tak"

Ardından da o derin sesi duyuyoruz. "Avustralya'nın deli cesaretinin sonuçlarını gördünüz. Sizinle uğraşmayı ne kadar istemesem de ve sizi ne kadar rahat bıraksam da yine de beni tahrik etmeyi başarıyorsunuz". Hiçbirimiz sesimizi bile çıkartamıyorduk.

"Bir daha böyle bir işe kalkışanınız olursa onu tarihten öyle bir silerim ki sanki şirketi hiç varolmamış gibi olur." Yüzündeki o hin sırıtma ile bizi süzerken laflarında en ufak bir abartı olmadığının farkındaydık.

"Şimdilik sadece bu kadar, o çok önemli işlerinize geri dönebilirsiniz" Tam o anda salondaki saatin sesi kesildi.

Bir anda kendimi pencerenin önünde, kolumdaki saatime bakarken bulmuştum. Saat 12'ye 1 vardı...


Şenay

Gözünü açtığından beri her gece ağlıyor, hastanenin penceresinden yıldızlara bakıyordu. Sevdiği kişiye veda bile etmemiş, ona son kez sıkıca sarılamamış, hatta sevdiğini söyleyememişti.
 İki gün sonra taburcu olacaktı artık ama ne gidecek bir şirketi ne de bir ailesi vardı. Arkadaşı onda kalabilceğini söylese de gururuna yediremiyor kendini yük olarak görüyordu. O kazadan sağ kurtulmamalıydı, ölmeliydi. Nasıl yaşanırdı ki bundan sonra. Nefes almak batıyordu. Yine gözyaşları içinde uykuya dalmış, rüyalarında herşeyin başladığı o güne gidiyordu. Şirkete sorun çıkmış, sevdiği adam ile işi halletmek için müşterinin yanına giderken aralarında tartışma çıkmıştı. Birbirlerini sorumsuzlukla suçlayıp bu işin neden olmadığını tartışıyorlardı. Genç kız sinirle kavşakta kırmızı ışıkta bekleyen arabadan inip karşı yola yürüyordu ki şiddetli bir sürtünme sesi duydu. Daha ne olduğunu bile anlayamadan birbirini takip eden diğer sürtünme sesleriyle kendini yerde gökyüzüne bakarken bulmuştu. 
Genç kız soğuk terler ile yine uykusundan uyandı. Hemşire gülümseyerek gelip ilaçlarını verdi ve ekledi "Sabah arkadaşınız geldi. Size bu zarfı vermemi istedi ve ayrıldı. Buyurun." diyerek eline verip odadan çıktı. Genç kız zarfı açtığında yazanın arkadaşı olmadığını fark etti. 
"Sevgili Sevgi
Söze nereden başlasam bilmiyorum. Kazanın olduğu gün kollarımda kanlar içinde uyurken aklımı kaçıracağımı düşünmüştüm. Seni hergün ziyarete geldim ama hayla uyuyordun. Şirket battıktan sonra başka yere başvurdum ve orada çalışmaya başladım. Ara sıra arkadaşını arayıp durumunu soruyordum. Ondan bir rica da bulunmuştum aslında, sana benden asla bahsetmemesini söylemiştim ama seni çok özledim. Taburcu olduğun gün seni hastaneden almak istiyorum kabul edersen. Arkadaşınla kalacağın yeri ayarladık ve benim çalıştığım şirket de senin pozisyonunda, masa başı eleman arıyorlardı. O gün için beni affet lütfen ve yeni bir sayfa açalım seninle.
İmza Emir"

Canan
I.N "향기만 남아" Cover şarkısı ile okumanızı tavsiye ederim galp 

Gökyüzü genç kızın dertlerine eşlik edercesine hüzünlüydü. Gri bulutlar güneşi saklamış, rüzgar öyle sert esiyordu ki ağaçların canı yanıyordu... Arya pencereye biraz daha yaklaştı, rüzgarın soğuğunu hissediyor içindeki keder daha da çok artıyordu. İçeriye giren doktorla bakışlarını çekti manzaradan.
“Size iyi haber vermek isterdim Arya hanım ama üzgünüm kemoterapiye başlamalısınız.”
Doktorun üzgün çıkan sesi Arya’nın kulaklarını doldurmuş her bir kelimesi yüreğine bıçak gibi saplanmıştı. Kafa sallamakla yetindi Arya. Uzun bir sessizliğin ardından Arya nihayet konuşmaya başladı.

“Ben biraz müsaadenizi isteyeyim, şirkete istifamı verip masamı toplayıp geleyim.”
“Arya güçlü olursan her şeyin üstesinden gelebilirsin.” Doktorun kuru tesellisine bir şey demeden çıktı hastaneden. Doktora dediği gibi şirketten eşyalarını almış ve eve gelmişti. Soğuk havadan dolayı üşüyen bedenini sıcak bir duşla rahatlatmıştı.
Makyaj masasına oturup eline tarağı aldı ve saçlarını taramaya başladı. Gözleri saçlarında geziyorken yüzünde durdu. Yüzünü inceledi uzunca; göz altlarındaki halkalara, yüzündeki ruhsuz bakışa ve solgun cildine baktı. 

Elindeki tarağı bırakıp yaklaştı aynaya. “Böyle mi bitecekti yani. Azrail kollarını açmış, ölüm sarılmayı bekliyor. Daha ne duruyorsun ki o hastane odasında ölmektense son günlerimi mutlu yaşamayı tercih ederim.” dedi aynadaki yansımasına. Gülmeye başladı, deli gibi kahkaha atıyorken bir anda gülümsemesi feryada dönmüş ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı, hiç geçmeyen baş ağrısı da cabası...
Göz yaşlarını silip ayağa kalktı, valizini toplamaya başladı. Bankadan biriken parasını çekip güzel bir tatil yapacaktı, ömrünün son damlalarını hayallerini gerçekleştirmeye harcayacaktı. 
Öyle de olmuştu, acılı ölümü tatlı bir tebessümle karşıladı...

0 Comments:

Yorum Gönder