Delta, Zeytin Ağacı, Parıltı, Asmalı Köprü, Samyeli
Yumi
Çöller çok büyülü yerlerdir. Gündüzün kavurucu sıcağı sanki hiç yaşanmamış gibi gece olduğunda dondurucu bir soğuk sarar her yeri. Haftalardır yol alan kafile son kavurucu günlerini de geride bırakmış ve çölün sınırında soğuk kumlarda son kampını kurmuştu. Normalde Nil üzerinden yapılması planlanan yolculuk elde olmayan sebeplerden gecikince Nil'in taşkın zamanı gelmiş ve teknelerle olan yolculukları planladıklarından erken bitmek zorunda kalmıştı. İskenderiye’ye kadar kalan yolu develeri kullanarak aşmaları gerekmişti. Bir haftalık bir deve yolculuğunun sonunda da nihayet uçsuz bucaksız çöl arkalarında, devasa Nil deltası ise tam önlerindeydi. “İskenderiye'ye bir günlük yolumuz kaldı, ondan sonra da ver elini Akdeniz” dedi neşeli bir ses. Nubia ufka diktiği gözlerini sol tarafına çevirince elinde bir fenerle kendisine gülümseyen Osahar'ı gördü. “Yine kamptan uzaklaşmışsın” diyerek yanına oturdu Osahar. “Kaç defa söyledim sana hiç değilse yanına bir fener al diye. Gökbilimci olan benim sen değil. Şu çölde kaybolsan imkanı yok geri kampın yolunu bulamazsın saray kızı" Şalına daha sıkı sarılıp başını eğdi Nubia. Gündüz ortalığı kasıp kavuran samyelinin aksine gecenin rüzgarı bile soğuk oluyordu. Osahar'ın cevap bekleyen yüzüne baktı tebessümle, bu endişeli halleri hoşuna gidiyordu. “Her seferinde beni buluyorsun sonuçta, neden endişeleneyim ki” diye kıkırdadı. Sonra yeniden kafasını kaldırıp ufka doğru gözlerini dikti. “Buradan denizi göremeyeceğini biliyorsun değil mi? Hem de bu karanlıkta” diye sordu Osahar. “Tabi ki biliyorum, benim görmeye çalıştığım şey başka. Bak işte orada görüyor musun? Parlıyor... Bu İskenderiye'deki o büyük fenerin ışığı değil mi o olmalı.” “Vay canına bu kadar uzaktan görülebiliyor muymuş o” diye mırıldandı Osahar. “Denizi çok merak ediyorum” diye devam etti Nubia.
“Denizin ötesindeki diyarları merak ediyorum. Sarayda gördüğüm zeytinin yetiştiği ağaçları merak ediyorum. O toprakları, oraların mimarisini, sokaklarını, sanatçılarını, her şeyini merak ediyorum.” “Bunun için gitmiyor muyuz zaten” dedi Osahar. “Devletler arasındaki bu barış döneminin hakkını vermemiz lazım. Öğretmeye ve daha da önemlisi öğrenmeye gidiyoruz...” Osahar’ın da dediği gibi bu bir kültür kafilesiydi. Gökbilimciler, hattatlar, tarihçiler, doktorlar, mühendisler, mimarlar sanatçılar ve hatta aşçılardan oluşan büyük bir kafile. Kafileye eşlik eden rehberler, tercümanlar, diplomatlar ve askerleri de saydığımızda neredeyse 300 kişiyi buluyorlardı. Yunan devletlerinde 6 ay kalacaklar, hem kendi kültür ve bilgilerini o topraklara öğretecekler hem de o topraklardan elde edebildikleri kadar bilgi öğrenip döneceklerdi. Bu gezi devletler arasında kararlaştırıldığı için orada geçirecekleri 6 ay boyunca bir sorun çıkmaması ve karşı devlet tarafından her konuda kendilerine yardımcı olunması bekleniyordu. Osahar kafileye Gökbilimciler grubu ile katılmıştı. 23 yaşında, esmer, iri yapılı bir gençti. Çakmak çakmak bakan ela gözleri ve heybetli cüssesi ile onu gökbilimciden ziyade asker sanıyordu kafiledeki çoğu kişi. Oysa ki genç yaşına rağmen Osahar alanında çok başarılıydı. Çocukluğundan beri gökyüzü ile arkadaş olmuş, onun her bir noktasını beynine kazımıştı adeta. Bu yatkınlığı rahipler tarafından fark edilip gökbilimcilere emanet edildiğinde çöllerde savrulan hayatı da kurtulmuştu. Bu sebeple daha bir sevmişti gökyüzünü.
Nubia'nın hikayesi ise bambaşkaydı. 20 yaşında, ay kadar beyaz bir teni, beline kadar gelen açık kahverengi saçları ve kömür karası gözleriyle ilk bakışta dikkat çekici bir güzelliğe sahipti. Osahar ona saray kızı diye seslenirdi ama artık var olmayan bir sarayın kızıydı Nubia. Mısır krallığı tarafından fethedilen ülkelerden birinin sarayından getirilmişti Nubia. Mısır sarayına köle olarak getirildiğinde daha 4 yaşındaydı. Geçmişine dair hiç bir şey hatırlamıyordu. Annesini babasını veya kardeşlerini. Düşmüş bir ülkenin prensesi olduğunu o dönem saraya getirilen köle çocuklarla ilgilenen hizmetçilerden duymuştu. Bir süre sonra tüm saray tarafından unutulan bir bilgi hâline gelmişti zaten. Artık sadece bir köleydi. Saraya küçük yaşta getirilen köleler 10 yaşına bastıklarında vasıflı olup olmadıklarına göre ikiye ayrılırlardı. Herhangi bir alana yetenekleri varsa o konuda eğitim alırlar, eğitimleri bitince azat edilirler ve saray bünyesinde hür bir birey olarak çalışmaya devam ederlerdi. Bir yetenekleri yoksa da tüm hayatlarını sarayın ayak işlerini yaparak geçirecek köleler haline gelirlerdi. Nubia'nın şansına hattatlık konusunda yetenekli çıkmıştı.
Çalışmış çabalamış ve 18 yaşına geldiğinde artık sarayda parmakla gösterilen bir hattat haline gelmişti. Bu yolculukta Hattatlar grubunun en genç üyesi olmasına da bu başarısı sebep olmuştu. Osahar'ın kendisini saray kızı olarak çağırması da sarayda yetişmesinden sebepti. Yoksa düşmüş bir krallığın kızı olduğunu bilmesine imkan yoktu tabi ki. Kendisi bile çoğu zaman unutuyordu bu gerçeği. O artık sadece mısırlı hattat Nubia idi. Osahar ile tanışmaları bu yolculuğun öncesine dayanıyordu. Her 6 ayda bir saray hattatları krallığın idaresi altındaki gözlemevlerine bir grup hattat gönderir ve son 6 ayda elde edilen tüm bilgileri arşivlemek üzere temize çekerlerdi. Bu gidişlerin son seferinde Nubia da gönderilmiş ve o sırada tanışmıştı Osahar ile. O zamandan beri de aklının bir köşesinde daimi bir yer edinmişti, hiç kaybolmayan bir yer. Bu yolculuk haberi tek başına da kendisini yeterince heyecanlandırsa da kafile yola çıktıktan sonra onunla karşılaşmak... sanki dünyalar onun olmuş gibi hissettirmişti. Birbiri için aynı duygularla atan iki kalp çölün soğuk kumları üzerinde birbirini düşünürken oluşan bu sessizliği bozmak için Osahar bir konu açmaya çalıştı. “Atina’ya gittiğimizde görmek istediğim bir yer var, benimle gelir misin diye sorsam çok şey mi istemiş olurum?” Feneri yere doğru indirmiş, utanan yüzünü karanlığa saklamaya çalışıyordu. “Nereye gitmek istiyorsun?” diye sordu Nubia meraklı ama bir o kadar da sakin bir ses tonuyla. “Şehrin içinden geçen Kifisos isimli bir nehir varmış” dedi Osahar.
“Nil kadar büyük müymüş?” diye sordu merakla Nubia. Merakını dizginlemeyi başaramamıştı bu sefer. “Hayır daha küçük, nehrin üzerinde bir çok köprü varmış ama en güzeli asmalı köprüymüş. Tacirlerden duymuştum bu hikayeyi. Eğer...” devamını getiremiyor gibiydi Osahar. “Eğer?” diye üsteledi Nubia. “Eğer, bir kadın ve bir erkek o köprüye el ele çıkarlarsa hayatlarının sonuna kadar beraber olurlarmış. Hikaye böyleydi” deyip başını eğmişti Osahar. Nubia şaşkın bakışlarla köprüye beraber gitme isteğini yeni yeni anlamlandırırken bir cesaretle tekrar kafasını kaldıran Osahar Nubia'nın ellerinden tutup konuşmaya devam etti. Bu sefer doğrudan gözlerinin içine bakıyordu. “Bu yolculuk dönüşü terfi alacağım, her ne kadar halktan biri de olsam bu aldığım terfi ile nihayet bir rahiple aynı seviyede olacağım. Rahiplerin statüsü sarayda yetişmiş bir kızla evlenmeyi talep edebilecek düzeyde. O zaman geldiğinde, benimle evlenmek ister misin? Çünkü ben senden ayrılmaya dayanamayacağım gibi...” Nubia'nın yanakları al al olmuş, aldığı bu ani itiraf ve evlenme teklifinin heyecanı yüzüne vurmuştu adeta. Utancından ne yapacağını bilemedi.
Karşısında çaresizce ağzından çıkacak kelimelere bakan Osahar’a uzun uzun baktı. Bu anı aklına kazımak istercesine. Sonrasında yüzüne kocaman bir gülümseme kondurdu, gülerken kısılan gözleri Osahar’ınkilerle buluştu. “Evet, seninle evlenmek isterim.” Birden esen soğuk rüzgar Nubia’nın saçlarını yıldızlara doğru havalandırırken bu sıcacık cümleyi de çölün soğuk semasına taşıyordu. Mutluluktan gözleri başka hiç bir şey görmeyen bu iki genç belki de tüm bu duyguları yaşamasalardı kafiledeki tuhaflıkları fark edebileceklerdi. Bir fenerin altında en mutlu anlarını yaşayan bu çiftin aksine kampın üzerine görünmez bir huzursuzluk bulutu çökmüştü adeta. Çadırlar arasında devriye gezen askerler, fısıldaşan sesler, uyku tutmayan bir komutan, derin düşüncelere dalmış bir diplomat, kampın güney ucunda parıldayan bir çift göz ve sessizce gecenin karanlığına doğru havalanan bir şahin. Bacağına bağlanan papirüs parçasında kısa ve öz bir not. “Denize açılmamıza son 1 gün. Emirlerinizi bekliyoruz"
Hanife
Ben Bir coğrafya öğretmeniyim. Yaz tatilinde küçük kızıma, delta ovalarını göstermeye söz vermiştim ve şimdi söz verdiğim gibi Çukurova deltasındayız ’’ Kızım görüyor musun? İşte biz buna delta diyoruz yani bir ırmak çatallanarak denize dökülüyor.’’ İşaret parmağını kuzey yönünden güney yönüne doğru uzatarak ‘’ Bak ırmak bu yönden, bu yöne doğru akarak denize akar.’’ Sıcaktan mayışmış olan kızım bana bakarak ‘’ Anladım anneciğim ama hava çok sıcak. Buraya geleli daha iki gün olmadı ama neden burası bu kadar sıcak.’’ Bir hafta önce, kızıma Çukurova ya gideceğimizi söylediğimde yüzünde bir parıltı oluşmuş ve çok sevinmişti. Şimdi ise yüzündeki parıltı gitmiş ve yerine sıcaktan bunalmış bir yüz gelmişti. Coğrafi konumun çocuklar üzerindeki etkisinin bu kadar fazla olacağını düşünemezdim ama bir yandan kızımda haklı yazın en sıcak döneminde, hiç düşünmeden hareket etmiştim. ‘’ Bak kızım ülkemizde aynı anda dört mevsim yaşanıyor bunu sana daha önce de anlatmıştım. Bugün bu dediklerimi daha iyi anlamış oldun. Bizim yaşadığımız yerde kışın çok etkili olan Poyraz rüzgarları vardır.
O yüzden bizim yaşadığımız yer çok soğuktur. Burada ise yazın çok etkili olan Samyeli ve Kıble rüzgarları vardır. Bu rüzgarlar ekvator yani güneyden kuzeye doğru geldiği için çok sıcaktırlar. Senin bu kadar sıcak olmanı sağlayan ise bu rüzgarlardır. Şimdi hatırladın mı?’’ ‘’ Evet anneciğim, hatırladım.’’ Kızıma bir sürü fotoğraf ve video çektikten sonra kızıma, delta ovasının karşısında gördüğüm zeytin ağaçlarının yanına gitmek isteyip istemediğini sordum. ‘’ Evet anneciğim hemen gidelim ağaçların altında dinlenebiliriz. Ama oraya nasıl geçeceğiz.’’ Kızım, biraz etrafına baktıktan sonra çok uzakta bir asmalı köprü gördü ve gözlerini kocaman açarak bana baktı. ‘’ Anneciğim oradaki köprüden mi geçeceğiz.’’ ‘’Evet kızım. Biraz yürümek zorundayız ama dayanmalısın akşama hava soğuyunca daha rahat olacaksın.’’ Yaptığım hatanın farkındaydım. Soğuk iklime alışan kızımı bir anda bu kadar sıcak bir yere getirmemeliydim. Elinden tutup yavaş yavaş giderken ona bir söz verdim. ‘’ Özür dilerim kızım buraya, havanın soğuk olduğu bir gün tekrar geleceğiz ve bir daha bu kadar düşüncesiz olmayacağım.’’
0 Comments:
Yorum Gönder